COVID-19’lu günlerden beri yaşadığımız yasaklı günlerde, insanların ve ilişkilerinin geldiği düzeyi daha net görebildik. Yasaklı günler dâhil, en çok çalışan insanlar kargo dağıtıcıları! Yüzlerce hatta binlerce liralık ayakkabılar, kaşıklar, akla gelmedik, zorunlu ihtiyaç maddesi olmayan birçok şey kapış kapış alınıyor, hem de çoğu borçlanarak. Küresel sermaye, toplumsal ihtiyaca değil kârlılığa dayalı üretimini sürdürebilmek için yarattığı “tüketim çılgınlığını borçlanmayla da olsa sürdürüyor.
İnsanların büyük çoğunluğu ödeyemeyecekleri kadar borçlu. 2022 itibarıyla dünyadaki ülke, şirket ve şahıs borçlarının toplamı, dünyada yaratılan toplam gelirin 3,5 katını aşmış durumda. Ülkemizde ise bu oran daha da yüksek! Çevre katliamı ise her gün artarak dünyayı yaşanamayacak hale getiriyor.
Özellikle toplu ulaşımda gördüğümüz gençlerden başlayıp, yaş ilerledikçe azalan insan tiplemesi üzücü. Ayaklarında marka spor ayakkabılar, yüzlerinde sakal ve kulaklarından kablolar sarkan ellerinde telefonlarıyla, çevreleriyle, diğer insanlarla, toplumla en ufak ilgileri yok. Telefonun aklı onlara yetiyor. Yaşlıları bırakın, hamilelere, engellilere bile yer vermek yok.
“BANA DOKUNMAYAN YILAN BİN YAŞASIN” en geçerli insan düşüncesi.
Karaborsacılık, tefecilik, yağmacılık, ırkçılık, kadın ve çocuk tacizleri, cinayetler, terör ise patlama yapmış durumda. Toplumda bir taraftan bağnazlık, dincilik, diğer taraftan yozlaşma katlanarak artıyor. Ekonomik kriz ve adi suçluların affını da dikkate alırsak, suç oranlarının çok daha fazla artması kaçınılmaz. Sanat, edebiyat, sinema yani iyi olan her şey düşüşte. Hala 60’ların müziği dinleniyor. Yeni klasikler yazılmıyor, sanatçılar yetişmiyor. Yozlaşma her alanı sarmış durumda.
Bütün bunları çözmek durumundaki politika ise tam tersine bu sorunların kaynağı haline gelmiş durumda. Tüm dünyada en gerici yöneticiler siyasi partilerin yönetiminde. Dünyayı 3-5 bin tane şirket yönetiyor. Ülkemizden de açıkça görebileceğimiz gibi, siyasi partilerde genelde tek adam rejimi hâkim. Ülkemiz özelinde, sosyalistim diyenler dâhil siyasi partilerin, sendikaların, meslek odalarının ve hatta STK’ların genel kurullarında, toplantılarında fikir ve program tartışması göremezsiniz. Büyük çoğunluğu, şu veya bu şekilde varlıklarını çıkar ilişkisine dayanan grupların elinde. Üyeler sessiz, yöneticileri eleştirmeye korkuyor. Ama kapalı kapılar ardında dedikodu felaket! Hizipçilik en sevilen şey. Sosyal medyadaki grupların çoğunda bile durum aynı. Genelde birkaç kişi, öncelikle kendilerini yönetici atayarak kuruyor. Eleştiri ve katkı kabul edilmiyor. Bu konuda en çarpıcı örneklerden biri olarak Birkaç yıl önce KÜLTÜRPARKIMA DOKUNMA PLATFORM’DA 1989’dan itibaren fuarı özelleştirip bu hale getiren Yüksel Çakmur’u ve konuşmacı olarak getirdikleri İZFAŞ’ ın ilk genel müdürünü eleştirdiğim için sözüm kesilmiş ve yuhalanmıştım. Sanırım bunu yıllar geçse de unutmayacağım.
Sosyal medyada ise durum farklı değil. Aile fotoğrafları, kutlamalar, kanıksanmış AKP eleştirileri vs. en büyük beğenileri topluyor. Ama bu sorunlarla ve çözüm yollarıyla ilgili tartışılmasını istediğiniz ciddi bir yazı yazdığınızda, beğeni sayısı hemen düşüyor. Fikir tartışması ise neredeyse hiç yok. Benim özelimde, özellikle de sol partileri, CHP’yi eleştirdiğim yazılarımda istediğim ilkeli tartışma ortamı bir türlü oluşmuyor. Yazdıklarımın kendilerini rahatsız ettiğini bildiğim birçok insan eleştiri yapmıyor. Yapanların bir kısmı ise fikir yerine eleştirilerini şahsileştiriyor, hatta işi hakarete vardıran oluyor.
Ülkemizde ve belki de dünyada ilk defa 1970’lerin sonlarında “TOPLUM GERİ GİDİYOR” diyen yılmaz sosyalizm savaşçısı ve önderlerinden Behice Boran bile sanırım toplumun bu kadar çürüyeceğini düşünememişti.
Bakalım bu çürümüş toplumun insanları akıllarını başlarına toplayıp hepimizi kıyamete götüren bu düzene karşı mücadeleye başlayabilecekler mi?