“Kraldan çok kralcı olmak” diye bir deyim var bizim kültürümüzde. Birinin davasını ondan daha çok savunur olmak anlamında kullanılır. O kadar çok ki bu tür kişilik yoksunu insanlar, anlatılamaz.
Bir de biat kültürü var, yüzyıllardır iliklerimize kadar işlemiş. Son çeyrek yüzyılda siyasal ve sosyal değişimin toplum üzerinde yarattığı en büyük bozulma, biat kültürüne dayalı bir ilişkiler ağı kurulması oldu.
Yani, ancak ve ancak otoriteye itaat ettiğinde, ona tabi olduğunda veya açıktan muhalefet etmediğinde kazanım sağlayabilecek, hatta bu şekilde hayatta kalabileceğine inanan insanlardan oluşan bir topluluk.
Kendi fikri yok, kendi düşüncesi yok. Sunucu Erkan Yolaç’ın bize tanıttığı, “Evet-hayır” yarışmasında kullandığı biz söz vardı, “Başınızı emme basma tulumba gibi sallamayın.” İşte, biat kültürünün en büyük özelliği konumu ve makamı ne olursa olsun güç karşısında kendisine söylenen her şeyi emme basma tulumba gibi başını sallayarak kabul edilmesidir.
Özellikle siyasi yaşantımızda kendimizi bundan ne kadar uzak tutarsak tutalım, neredeyse hepimiz bu ilişkiler ağının birer parçasıyız veya olmasak bile buna sürekli maruz kalıyoruz.
Bazılarımız kendine ve çevresine yönelik kazanımlarını artırmak için açıktan biat ediyor, bazılarımız ise sadece sahip oldukları avantajları koruyabilmek için açıktan muhalefet etmeyerek veya sesini çıkarmayacak üstü örtülü biat ediyor. İşin ilginç tarafı son zamanlarda biat etme davranışı, toplumun bir kısmı için amaca giden yolda bir araç olmaktan çıkarak bir yaşam şekline dönüşmüş durumdadır.
Konunun bir başka boyutu da bu ilişki tarzının sadece siyasal yaşamda değil bireysel ve toplumsal hayatın her noktasında temel bir işleyişe dönüşmüş olması. İş yaşamından evdeki yaşama kadar her yerde biat edenler giderek artmaktadır.
Siyasette, kamuda, fabrikada, tarımsal alanda, kısaca her yerde, herhangi bir yönden hiyerarşik olarak üstün olan kişi altındakilerden sorgusuz bir biat beklentisi içerisine girmiş durumdadır.
En üstten en alta bu kişiler, kendilerine biat edilmediğinde, biat etmeyenleri tenkit etme ve kendilerince cezalandırma (dışlama, hakaret etme, vicdani olarak suçlu hissettirme, terfi ettirmeme, nazik bir ses tonu ile aşağılama, olumsuz referans olma vb.) hakkına doğal olarak sahip olduğunu sanıyorlar. Doğrudan mobbing sayılan bu davranış onlara göre gayet doğru ve yerindedir.
Bu durum az önce belirttiğimiz gibi bazen açık, bazen örtülü olabiliyor. Örneğin, ailede büyüklerin kararlarının tartışmaya açık olmaması ilk olarak karşımıza çıkıyor. Kişinin eğitiminin başladığı ailede alınmaya başlayan biat kültürü kendine yer etmeye başlıyor. Başta siyasiler olmak üzere belli meslek gruplarında (sağlık çalışanları, akademisyenler, ofis ortamında çalışanlar başta olmak üzere) kıdemlilerin kıdemsizlere uyguladıkları mobbing ve çeşitli nedenlerden dolayı buna sessiz kalınması, maddi olarak güçlü olan kişinin, kendinde etrafındakilerin yaşam tarzına müdahale isteği, onların seçimlerine karışma hakkını kendinde görmesi, çocuklar arasında artan zorbalık ve hatta kadın cinayetlerinin bile bu biat kültürü ile doğrudan ilişkisi var.
Daha çocuk yaşlarda bastırılmış kişilik, biat etmeye zorlama, fikir beyan etmelerine karşı çıkma gibi nedenler biat kültürüne ve yağdanlık olmaya zemin hazırlıyor. Sonra gittiğimiz parti kongrelerinde orada olanların bireysel olarak çoğunun beninsemediği usuller, yöntemler, davranışlar ve söylemlere karşı çıt çıkmıyor. Çıkaranın ise tabir yerinde ise sesi kesiliyor. Sonra ileri demokrasi, hadi ordan.