Bu makaleyi dinlemek için tıklayınız.

“Bu kriz başka”

AHMET KELEŞOĞLU 

Yirmi iki yılın sonunda ülke ekonomisi tarihinin en büyük kriziyle karşı karşıya kaldı. Öyleki, satınalma gücü yüzde yüz gerilerken kişi başına düşen milli gelir açlık sınırlarının altına indi. Hazine eksi bakiye vermeye başlayınca cari hesaplar tutmadı. Ödemeler bilançosundaki hesapların dengesi bozuldu. Memur maaşlarını bile karşılık koymadan para basarak ödemek durumunda kalan hazine kaynak arayışına girdi. Bu dönemde Cumhuriyetin en güzide kurumu merkez bankasının hesapları bile sorgulanmaya başlandı.

Hazineden çıkan milyar dolarlık öz kaynağın akıbeti konuşulur oldu.
Kamuoyunun baskısı sonucu merkez bankası, bu parayla; artan sermaye çıkışları, azalan doğrudan yatırımlar ve yüksek döviz talebi fazlalığından kaynaklanan açığın kapatıldığını söyledi.
Hazine yönetimine artık güven kalmamıştı. Bürokrasideki hızlı değişim, Mehmet Şimşek’in dönmesi ve acımasız ekonomi politikaları ile kendini gösterdi.
Merkez bankasındaki yönetimin değişim hızından hiç bahsetmeyeceğim.
Bu süreçte Merkez bankasının faiz artırımına; “Nas varken bize ne oluyor, faiz sebep enflasyon sonuç” denilecekti.
Döviz rezervinin hızla düşüşü dolara talebi artıracak, doların ateşini söndürmek mümkün olmayacaktı. Sonunda milletin yastık altı dövizlerine bir yöntem bulunacak adına; “Kur korumalı mevduat” denilecekti.
Dolar başını alıp gidince de bu yöntemden vazgeçildi.
Artık hazinenin borcu 450 milyar doların üstüne çıkmış, ülkenin gelirleri faizleri bile karşılamaz olmuştu. Dış borçların karşılığı bulunamıyor, İhracatın ithalatı karşılama oranı çok aşağıda kalıyordu. Bundan sonra Merkez bankasının resmi çıkışlarından bile kimsenin haberi olmadı. Emisyon hacmi en yüksek seviyelere çıkmış enflasyon da yüzde yüzü geçmişti. Doğrusu ülkede görünmeyen bir devalüasyon yaşanıyordu. Sonunda koskoca ülke ekonomisi arap ülkelerinin Swap larına muhtaç kaldı.


Şimdi sosyolojik durumumuzu, kültürel dokumuzu, ve tüm modern ve geleneksel yaşamımızdaki zorlukları görmemezlikten gelsek, sosyal erozyonun yıkımın sonuçlarına bir an arkamızı dönsek bile sadece bu açlık ve yokluk krizi battığımızı göstermektedir.
Zira insanımız kök maaşlarla günleri sayıyor, sokaklara çıkamaz, pazarlara gidemez, bir çay bile içemez halde açlıkla mücadele ediyordu.
Doğrusu kaynaklarınız bitmiş, üretiminiz yok denecek kadar azalmış ve dışa bağımlı istihdamda daralmışsa, halkınız yokluk içinde inim inim inliyor demektir. Üstelik de milyonlarca mülteciyi sırtında taşıyarak.
Hatırlayınız SSCB’nin atmosfer kabukları kadar kalın kırılmaz sınırları vardı. Dünyanın, 15 Cumhuriyeti içine alan bu büyük coğrafyası Komünizm rejimi ile yönetiliyordu. Bu büyük blok 1990 yılına gelene kadar çarlık döneminden sonra büyük badireler atlatmıştı, yıkılmadı. On yıllar boyunca Sovyet bloku dünyaya ve emperyalizme kafa tutmuştu ama halkı açlıktan yok oluyordu.
Kabukları kalındı içeri girmek, içerden çıkmak mümkün değildi belki ama halklar yokluk içindeydi. Kafasını kaldıranın boynu eziliyordu. Yeterki rejim yıkılmasındı.
Siyasi ekonomik ve etnik parçalanmanın sonunda bu büyük blok dağıldı.
Tabii ki açlık başka hiç bir şeye benzemiyordu. Artık, özel mülkiyetin olmamasının, bütün malların üretim araçlarının devlete ait olmasının, bunları herkesin ortaklaşa kullanmasının bir anlamı kalmamıştı. İçeride büyük kriz vardı ve Sovyet toplumu yıkılıyordu. Tabi bu arada batılı emperyalist kan emiciler pençelerini açmış bekliyor, fırsat kolluyordu. Çevresindeki devletleri nasıl yemlediklerini, nasıl başbakanlar devşirerek rejimleri değiştirdiklerini hepimiz yakından biliyoruz.
Sonunda ne oldu?
1990 da kabuk kırıldı. Ve devlet içerden patladı.
Glasnost, Perestroyka…
(Açıklık ve yeniden yapılanma)
Ne gördük?
İçi çürük bir ceviz. Rus halkı oradan oraya savruldu. İnsanlar karınlarını doyurmak için ülkelerini terk etti. Hatta ülkemizde bile Rus pazarları kuruldu.
Burada çok önemli bir detayı gözden kaçırmamak gerekiyor.
Rus pazarlarındaki bir dolara mal satan kadın ve erkeklerin çoğu okumuş yüksek tahsilli insanlardan oluşuyordu. Bu insanlar bugün ülkelerine sahip çıkarak küllerinden yeniden doğdular.
Diyeceğim o ki, biz dibe vurduğunuzda nasıl kalkacağız?
Büyümek, halkın refahıyla kişi başına düşen milli gelirin büyüklüğüyle ölçülür ülke kaynaklarının yok edilmesiyle olmaz.

AHMET KELEŞOĞLU