ÇAKIL TAŞLARI
Taşların ışıltılı dansı gözlerimi kamaştırıyordu. Dalgaların köpüğüyle şekilden şekile giren çakıl taneleri ruhumu okşamıştı. Denizin tuzlu suyu çocuk bedenimi taşıyan ayaklarımı bile sarhoş etmişti. Dalgalar geldikçe kaçıyor çekildikçe peşinden koşuyordum. Yakalandığımda ise kendimce kurtulmanın çabasını gösteriyordum. Dalgalarla olan bu savaşın içinde, parlayan çakıl taneleri bir ileri bir geri çekiliyor adeta benimle oyun oynuyordu. Biliyorum ki renkli taşlar denizin bana verdiği en güzel hediyeydi.
Kimbilir, belkide seçilmiştim.
Elime aldığımda şekilden şekile giren sonunda beni kendisine çekerek vazgeçilmezim olan taşlar.
Çılgın Karadeniz coğrafyasının hayal gücüme katkısı, içi boş zamanlarda nesnelere dönüşen taşların beni sahneye daveti ve herşeyin bir oyun sahnesine dönüşmesi.
Panolara, duvarlara, yerlere sığmayan taşlarım artık ruhumla bütünleşen vazgeçilmezim olan taşlarım.
Herşey bir oyun sahnesi..
Sanki dökülmüş duvarlara yansıyan kırık dökük gölgeler beni çağırıyor oyunun içine çekiyordu. Rüyalarımda bile onları yaşatıyor yaşamın içindeymiş gibi hareketlendiriyordum.
Elime aldığım taşlar yeterki bir nesneye benzemesin! Artık benden kurtulması mümkün olmuyordu.
Onların yaşam alanlarını terk ederek istemedikleri bir yerde hayatlarına devam etmesi ızdırabım olabilir miydi? Ama hepside gönüllüydü, sanki bir araya gelmek istiyor gibilerdi. Zorla olmamıştı.
Sadece ben acele etmiştim.
Şimdi birlikte mutluyuz…
Doğrusu bugün açtığım taş tasarım sergileri o günlerden bana kalan en kalıcı mirasımdı.
Denizlerin açtığı özgürlük alanını başka hiçbir yerde bulamazsınız.
Denizler hüznüyle aşkıyla insanı yeni yerlere taşır.
Taşların hareketliliği farklı figürlere dönüşüp nesnelere benzemesi beni mutlu etmişti. Sürüklediğim bedenimi nereye taşısam taşıyayım onlardan hiç vazgeçmedim.
Ah o taşlar;
Barınaklar yapıp içinde sığındığımız, duvarlar örüp kendimizi koruduğumuz, üzerine basıp yollarında yürüdüğümüz taşlar;
Ve sonunda başucumuzda sonsuza dek bizi bekleyen taşlar…
Ahmet Keleşoğlu