Bu makaleyi dinlemek için tıklayınız.

Molla İbrahim Tokat

Türk tarihi çok özel kişilere ve olaylara tanıklık etmiştir. Binlerce yıldan beri devletler kuran Türkler her ne kadar farklı kültürlerden etkilense de, Türk kültür özelliklerini asla yitirmeyen bir millet olarak tarihe damgasını vurmuştur.


Tengri inancından İslamiyet’e geçişte bile önceki kültürel anlayışını kaybetmeyen, İslam inancını günün şartlarına göre yorumlayabilen tek milletiz. İşte bu şartlar altında kültürümüz ile harmanlanmış İslam anlayışı neticesinde Selçuklulardan beri laik anlayışı benimseyen bir milletiz.
İşte bu şartlar altındaki Türk yurdunun her noktasında farklı yaşanmış öyküler, farklı kişilikler, Türk tarihinde önemli bir yer tutmaktadır.
Türkler binlerce yıldır eğitim ve bilime önem vermekte, bu özelliği güçlü Türk iradesi ile birleşince gelişmeye önem veren, batıl inançlara değer vermeyen bir yapıda yaşamaktadır.
Geçtiğimiz Temmuz ayında değerli dostumuz İbrahim Tokat babasını kaybetmişti, üzüldük. Onun aynı isimdeki dedesinin geçmişini internetteki bir yazıda yaşadığı dönemde yaptıkları görünce böyle bir yazıyı kaleme almaya karar verdik.
Buna bağlı olarak, Molla İbrahim Tokat hakkında gerek yaşayan kişilerden, gerekse internet üzerinden yaptığımız araştırmalarda ortak bir öykü bizi karşıladı. Denizli’nin Güney ilçesindeki Koparan Köyünde geçen öykü bizi şaşırttı.
Eski Türklerde hakandan sonra halk gelirdi. Zamanla yöneticiler halkla arasına mesafe koymaya, kendini içinden çıktığı halktan üstün görmeye başladı. İşte bu tür kendini halktan üstün görenlerden birisi de 1948 yılında Denizli valisi idi. Vali Bey, kırsal yaşamı gözlemlemek için zaman zaman çıktığı gezilerden birinde Denizli’nin Güney ilçesindeki Koparan Köyüne uğrar. Dediğimiz gibi gösterişe çok önem veren ve önemseyen bir validir.
Gittiği her yerleşim yerinde, herkesin ayakta ve el pençe karşılamasına alışmıştır. Yüzlerce yıldır devletin ve gücünün böyle hissettirildiğini sanmaktadır. Gittiği her yerleşim yerinde kendisini karşılayanlar onu görünce saygıdan ceketini düğmeleyecek, kasketini çıkaracak, elleri önde kenetli; “Hoş geldin Vali Bey” diyecektir.
Bu günlerde de değişen bir şey yok aslında, aynı şeyler geçerli. Yerel yöneticilerden genele tüm yöneticiler ve siyasiler aynı uygulama ile iç içeler. Gittikleri yerlerde fazlasıyla hürmet görmek isterler. Kendilerini görünce ayağa kalkan, hatta sıra halinde kendilerini alkışlayan insanları gördükçe çok daha fazla mutlu olurlar. Böyle bir karşılama görmezlerse, yüksek egoları okşanmadığı için üzülürler.
Öykümüze geri dönelim. Zamanın Denizli Valisi Güney ilçesinin bir dağ köyü olan Koparan Köyüne ziyarete gittiğinde her zamanki karşılamayı görür ama, bir kişi hariç. Vali tüm gösterişi ile Köy kahvesine girdiğinde; herkes ayakta, şapkalar elde, ceketler düğmeli, eller önde ve el pençe onu karşılar. “Hoş geldiniz Sayın Valim, hoş geldiniz beyim” gibi klişeleşmiş sözlerle karşılanır.
Fakat, herkes Vali Hazretlerini saygı ile karşılarken on dört yaşlarındaki bir çocuk onu umursamaz şekilde ilgisiz görünür. O dönemlerde kuzuluk diye adlandırılan, kahvenin kısmi perde ile ayrılmış küçük bir bölümünde oturan çocuk yerinden bile kalkmaz. Köyün yaşlıları ile gençlerini ayıran bu bölümünde oturen çocuğun bu tavrı Vali beyin dikkatinden kaçmaz. Bu durumu gören Vali çok sinirlenir, hızını alamaz, söylendikçe söylenir. Genci yanına çağırır, iyice azarlar. Vali Ona hitaben, “Hiç mektep, edep görmedin mi” der.
Çocuk kahvedekilerin içinde Valinin bu çıkışından çok utanır. Ortam gergin bir duruma dönüşünce kahvedekiler ne söyleyeceğini, ne diyeceğini, ne yapacağını şaşırır kalır.
Eeee, kolay değil elbette, karşılarında kocaman devletin, kocaman bir valisi vardır ve fırsatı yakalamışken ulu orta kükremektedir.
Kalabalığın ortalarından yürekli bir ses bu kükremeyi durdurur ve Valiye şöyle seslenir;
“Vali bey o delikanlı adına söylüyorum kusura bakmayasın. Ama hani ‘hiç mi eğitim almadın’ diye sordun ya, evvela ona cevap vereyim. Evet, o çocuk eğitim almadı. Nasıl alacaktı ki! Köyümüzde okul yok. Sen bize öğretmen göndereceğine söz ver, ben de sana söz veriyorum o okulun binası bizden.”
Vali bu yanıttan sonra kısa bir şaşkınlık geçirir, sözü söyleyen tarafa dönerek; “Sizin mektebiniz, öğretmeniniz yok mu” diye sorunca, aynı yürekli ses; “Yoktur beyim” der.
Bu defa vali baltayı taşa vurduğunu anlar, utanır ve, “Mektep yeriniz var mı” diye sorar.
Aynı yürekli ses, “Siz öğretmen gönderin, mektep yerini biz buluruz” diye cevap verir.
Vali; “Tamam göndereceğim öğretmeni. Ama okul binasını temin etmezseniz külahları değişiriz” der.
Ortam yumuşar, çay, kahve ikramı yapılır. Köyün sorunları ile başlayan sohbet derinleşir. Sohbetler bittiğinde Vali ve ekibi yine el pençe divan uğurlanır.
Vali ayrıldıktan sonra, tüm köylü o yürekli sesin sahibinin etrafını kuşatıp; “Ne halt ettin sen? Mektep binasını nereden bulacağız? Hangi binayı okul yapacaksın? Köyümüzde okul olacak bir tane bina mı var ki? Sözünü tutamayacaksın. Durup dururken Vali’yi bize düşman edeceksin” derler.
Sesin sahibi Kurtuluş Mücadelesinde yer alan, tüm benliği ile bağımsızlık için Atatürk’ün ordularında savaşan, bir süre Yunan’a esir düşmüş, Atatürk sevdalısı, cumhuriyet aşığı birisidir. Aynı zamanda köyün de imamıdır. Bu kişi Molla İbrahim Tokat’tır.


Molla İbrahim Tokat, sorulan soruya yanıt olarak; “Var” der. Ortalığı bir sessizlik alır, kahvedekiler birbirinin yüzüne bakar.
O sırada Molla İbrahim Tokat Parmağı ile köyün camisini gösterir ve şöyle der;
“Çocukların eğitimi için okul olarak camiyi kullanacağız. Namaz saatlerinde çocuklar teneffüse çıkacak. Onlar oyunlarını oynarken biz namazımızı kılacağız. Sonra derse devam edecekler. Gerçi kesişen saatlerde belki ders olmayacak. Öğretmen ile ayarlama yaparız. Hele bir öğretmen gelsin” der.
Herkes Molla İbrahim Tokat’ın bu önerisi karşısında susar. Ama kararlı olan imam kısa sürede camiyi çocuklar için eğitim yuvasına dönüştürür. Zaman içinde o okulda okuyanların hepsi yüksek öğrenimini tamamlamıştır. O okuldan nice çocuklar mezun olur, yaşamlarında büyük başarılara imza atarlar. Kimi Ziraat Mühendisi, kimi Gıda Mühendisi, kimisi de öğretmen olarak çoğunlukla kendilerini borçlu hissettikleri köylerine dönerler. Eğitimlerinin ve farklı sosyal ilişkilerinin farkı ile köylerini ve olanaklarını analiz ederler. Köylerinde çok kaliteli üzüm yetişmekte, ancak pekmezden başka değerlendirilmesi olmamaktadır. Üzümlerinin pekmez ve kuru üzümün ötesinde değere sahip olduğunu tespit ederler. Şarap üreticiliğinin uygunluğunu köylüye anlatırlar. Herkes eğitimli bu gençlerin söylediklerine ikna olur. Ancak ortada bir sorun vardır. Okulun camide açılmasını sağlayan İmam Molla İbrahim’den izin almak. İçlerinden birisi de mollanın oğlu Yasin Tokat’tır. Oğullardan Yasin Tokat, aile bağında yetişen üzümlerden şarap yapmak için şaraphane kurmak ister. Oğul sonunda konuyu babasına açar. Baba İmam Molla İbrahim Tokat, biraz düşünür, sözü fazla uzatmadan onayı verir; “Şarap İslam’da günahtır. İçmeyin ama üretip satın ve kazanın” der.


Artık olur alınmıştır. Hemen hazırlıklara geçilir. 1962 yılında eş, dost, aile işletmesi gibi şarap üretimine başlanır. Pamukkale Şarapları işte böyle bir öykü ile kurulur. Pamukkale Şarapları kısa sürede Türkiye’nin en büyük şarap ihracatçısı konumuna gelir.
90’lı yıllara kadar üretilen şaraplar Ege ve Akdeniz bölgesindeki turistik işletmelere pazarlanır. Firma 1999 yılında büyümek ve üretimi artırmak için atağa geçer. Yöre halkına bedava bağ çeliği dağıtımına başlanır. Böylece yöredeki tüm bağlar şarap üretimine uygun cins hale getirilir. Anadolu İlk şiraz üzümünü o zaman tanımış olur. Şimdi yörenin değişik noktalarında mandal mandal, sıra sıra bağlar, cinslerine göre levhalanır. Cins cins hasat edilir. Katma değerli halde kaliteli şaraba çevrilir. Kapasitelerini milyonlarca litreye ulaştırırlar.
“Camide okul kurmaktan” başlayan ve köy imamının çocuklarına; “Şarap üretebilirsiniz ama içmemeniz şartıyla” söylemine ve sonunda Türkiye’nin şarap ülkesi Fransa dahil dünyaya en fazla şarap ihracına kadar uzanan bir gerçek yaşam öyküsüdür. Şimdi dünyada şarabın merkezi bilinen Fransa’nın en çok talep edilen ürünleri bu yöreden elde edilir. Yöre halkı ile birlikte şarap üretimini zirveye taşınmanın haklı gururunu yaşıyorlar.
Yöre olarak ekonomik yönden kendine yeten bir duruma geldikleri için artık diğer yerler gibi dışarıya da göç vermezler.
Koparan Köyünde Köyün İmamı Molla İbrahim Tokat’ın oğulları ile başlayan bu büyük girişim yeni uygulamaların doğmasına, çevre için kıvılcım oluşmasına neden olmuştur. Böyle bir kıvılcım şimdi yörede üretilen ürünlerin Avrupa’nın şarap pazarında başa güreşmesini sağlamıştır.
Anadolu’nun tüm büyük akarsuları ve bu akarsuların suladıkları ovaların, kendine has üzümleri mevcuttur. İşte bu üzümlerden binlerce yıldır olduğu gibi günümüzde de dünyanın aranan şarapları üretilmektedir. Hem de binden fazla üzüm çeşidi ile.
İşte bunlardan birisi de, “Güney” diye anılan yöre Fransa’nın Loire ya da California’nın Napa’sı gibi göz alabildiğine uzanan üzüm bağları vadisine dönüşmüş bulunuyor. Sadece Pamukkale değil, bir çok şarap firması buraya geldi ve Denizli’nin ilçesi “Güney” artık Türkiye’nin en ünlü yörelerinden birisi oldu. Bu başarıyı çağdaş ve gelişime inanan Koparan Köyü İmamı Molla İbrahim Tokat, onun çocukları ve torunları sayesinde oldu. Şimdi Koparanlar lakabıyla anılan aile alkışı hak ediyor.
“Büyük adamlar olmasa hiçbir şey başarılmaz, insanlar da ancak karar verilirse büyük olabilirler.” (De Gaulle)