Abdurrahim Karakoç Ellinci Yıl Hesabı Şiirinin son dörtlüğünde şöyle der: “Çıkar için laf davulu çalmadım Hiçbir yerden makam, rütbe almadım Bildimse söyledim, korkak olmadım Bilmediğim yerde sustum gel de gör.”
Şimdi bu dörtlüğü tersten okuyun, günümüzde çıkar peşinde koşanların geldiği noktayı çok iyi anlarsınız. Kolaylık olsun, biz tersten yazalım.
Çıkar için hep laf davulu çaldım. Her yerden makam rütbe aldım. Bilmeden konuştum, hep korkak oldum, bilmediğim yerde hep konuştum, gel gör nerelere geldim. Kötü köy kılavuz istemez, fakirlikten geldiğini söyleyenlerin durumu ortada.
İnsanların mağaralarda, ağaç kovuklarında, uygun başka alanlarda toplu yaşamaya başladığı zamandan beri siyasetin var olduğu söylenir. Ama gelin görün ki siyaset binlerce yıldır aynı ilkel şekilde yapılmakta. Siyasetin temeli bir ideolojiye dayandığı söylense de pratikte böyle olmadığı görünüyor. Sadece bizim ülkemizde değil, dünyanın birçok noktasında siyaset ile ideoloji ayrılmaz bir görüntü oluştursa da gerçekleşmesi zor bir ütopya olarak karşımıza çıkıyor.
Nedense siyasetle uğraşanların büyük kısmının söyledikleri ile yaptıkları örtüşmüyor. Bırakın örtüşmesini, taban tabana zıtlıklar görülüyor. Bugün ak dediğine yarın kara diyenleri bile artık bizi rahatsız etmiyor. Eski Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel konuyu çok güzel özetlemişti zamanında; “Dün dündür, bugün de bugün” diyerek.
Seçim meydanlarında, kahve toplantılarında, daha doğrusu her ortamda doğruluktan dürüstlükten söz ediliyor. Partisi ve siyasi görüşü için ezildiklerinden dem vuruluyor. En iyi parti ideolojisine kendisinin sahip olduğu söyleniyor. Ama milletvekili olduktan sonra bir bakmışsın parti değiştirmiş, o da ne, bir daha parti değiştirip başka partiye gitmiş. Pes doğrusu. Hiç bir ideolojisi olmayan, sadece zenginliklerine zenginlik katmak için vekil olmak isteyenler ortalarda dolaşıyor.
Artık siyaset halk için falan yapılmıyor. Tamamen duygusal dediğimiz kişisel çıkarlar için yapılıyor. Hele popüler bir partiden milletvekili seçildi iseniz işiniz daha da kolay. Hemen o partiden ayrılıp başka bir parti kuruyorsunuz, biraz paranız ve seveniniz varsa yeni bir parti kurmak o kadar da zor değil zaten. Hazır ittifaklar var, birine yaslan, yeniden vekilliği yakala. İstersen seçime gir, aday adaylarından başvuru parası adı altında paraları topla, sonra ittifak yap. Bir de bir kaç yerden vekil çıkaracak yüzdeyi bulursan işler daha güzel olmaya başlıyor. Buralarda ilk sıraya yazılmak için ayrıca bağış yapanlar oluyor, yani paraya para katıyor o partinin ileri gelenleri. Devlet zaten milyarlar veriyor siyasi partilere, harcasınlar diye. Bu paralar ne ad altında ödeniyorsa ödensin, para milletin parası. Madem aday adaylarından yüklü miktarda paralar alınıyor, devletten yardım alınmasın. Ama dedik ya, siyaset İdeoloji için değil, çıkar için yapılıyor.
Kişinin parası varsa; eğitimi, bilgi birikimi, bir konuda uzmanlığı var mı, hiç önemli değil. Liyakat zaten hak getire. Yani parası olanın seçimi yapılıyor, “Siyaset halka adanmışlıktır” sözü sadece süslü konuşmalarda kalıyor. Siyasi kariyer ve popüler olmak en önemli konular olarak karşımıza çıkıyor. Liyakat sahibi, işin uzmanı kişiler para babalarının gölgesinde kalıp siyasetin dışına itilmiş oluyor. Ekonomideki “Kötü para iyi parayı kovar” teorisi gibi kötü siyasetçi iyi siyasetçiyi kovuyor. Sonuç ortada,siyasetimiz seviye olarak diplerde sürünüyor.
“Kurbağayı koltuğa oturtsan,o yine çamura atlar.” (Arthur Miller)