Bu makaleyi dinlemek için tıklayınız.

MALİYENİN ÇÖKÜŞÜ – 2

Bir önceki yazımda da belirttiğim gibi, maliye, devletin fonksiyonlarını yerine getirebilmesi için gerekli kaynağın sağlanmasını ve toplanan gelirlerin en etkin şekilde nasıl kullanılacağını inceleyen bir sosyal bilim dalıdır. Maliye, devlet ile bireyler arasındaki iki yönlü fon akımının merkezindedir. Birinci akım, devletin bireylerden vergi toplamasını; diğer akım ise devletin toplumun ihtiyaçları için harcama yapmasını ifade eder. (Vatandaş, MÜŞTERİ haline getirilmeden önce?)

Yani kamu gelirlerinin büyük bir kısmını toplayıp, diğer bakanlık ve kamu kuruluşlarına verdiği ödeneklerle ve bunların denetim yetkisini elinde bulundurarak devletin tüm işleyişini sağlayan ve denetleyen kurum Maliye Bakanlığı’dır. Ülkemizde de ilk kurulan bakanlıklardan biri 1837 yılında kurulan Umur-ı Maliye Nezareti’dir (Maliye Bakanlığı).

Maliye Bakanlığının en önemli kuruluşlarından biri de Maliye Teftiş Kurulu’dur. Kurulun kuruluş tarihi, Nizamnamenin tarihi olan 26 Ağustos 1879’dur. Tüm kamu kuruluşlarını denetleme, teftiş, soruşturma ve vergi incelemesi yapma yetkisi bulunan bu kurul, başbakan (Ferit Melen), birçok bakan, müsteşar, büyükelçi, yüksek yargı üyesi, öğretim üyesi, yurt dışı kuruluşlarda, özel sektörde üst düzey yöneticiler ve yazarlar yetiştirmiştir. Bu kurulda yetişen 33 bakan içinde en önemlilerinden bazıları Ömer Cahit Kayra, Ziya Müezzinoğlu, Adnan Başer Kafaoğlu, Erhan Işıl ve Zekeriya Temizel’dir. MTK, kuruluşundan kapanışına (2011) kadar 132 yılda yalnızca 800 dolayında maliye müfettişi yetiştirmiştir. Bu da kurulun önemini açıkça göstermektedir. Bakanlık üst yöneticilerinin önemli kısmı da bu kurul ve 1945’te MTK örnek alınarak kurulan Hesap Uzmanları Kurulu’ndan ve sonrasında genel müdürlüklerde kurulan Kontrolör kurullarından yetişmiştir.

Bu nedenle Maliye Bakanlığı, o günkü devletin kalitesi ne ise onun en kaliteli ve güçlü bakanlıklarından biri olmuştur. Örnek vermek gerekirse, müfettiş muavini olduğum 1974 yılında 1500 kişinin katıldığı yazılı sınavı sadece 9 kişi kazanabilmişti. 1 saat 45 dakika süren yazılı sınavda oldukça zorlandım. Sonuç olarak sadece 3 kişi sınavı geçebilmiştik. Sonrasında üstatlar nezaretinde teftiş, soruşturma, inceleme yaparken haftada bir de Muavin Yetiştirme Toplantılarına katılırdık. Burada bir muavin kendisine görevlendirildiği konuyu anlatır, ardından üstatların deneyimlerini de aktararak konu tartışılırdı. (Tesadüf mü bilmem, FKF 1. Sınıf Komitesinde de böyle yetiştirilmiştik.) Toplantı bitince de AOÇ’de futbol oynamaya giderdik. Üç yılın sonunda yetkili muavin olarak tek başımıza çalıştıktan sonra, dokuz ayrı konudan dokuz ayrı yazılı sınava girilirdi. Bunu geçenler sözlü sınava alınırdı. Yeterlik sınavından 3-5 yıl sonra müfettişler bir yıl süreyle yurt dışı staja gönderilirdi. Kazanamayanlar ise başka görevlere atanırdı. Sınavlarda kesinlikle torpil olmazdı. Yazılan raporların gereği mutlaka yerine getirilirdi. Demirel’in başbakan olduğu dönemde (1978) müfettişlerin yaptığı soruşturma bunun en iyi örneklerindendir.

İşte bu ortamda Demirel ve Özal tarafından neoliberal ekonomiye 24 Ocak geçiş programı hazırlanıp bunu uygulayabilmek için 12 Eylül faşist darbesi yapıldı. Bu ekonominin gereği olarak, sonuçları bu iktidar döneminde iyice görülen şekilde devlet küçültülüp yok edilme çalışmaları başladı. İlk olarak maliyeye el atıldı. MTK ve diğer denetim kuruluşlarının o dönem kapatılmasına güçlerinin yetmeyeceğini anlayınca, daire başkanlıkları kurulup, özellikle muavinlerin yetişmesinde büyük katkısı olan genç müfettişlerin büyük kısmı ve sonrasında da yurt dışı stajdan dönüp Türkiye’yi öğrenmeyen yeni müfettişler bu görevlere atandı. Bu nedenle taşra teşkilatı ile ilişki iyice koptu ve alınan kararlarla taşra teşkilatı büyük ölçüde zayıflatıldı. Müfettiş raporlarının gerekleri yerine getirilmemeye başladı. 1980’lerin sonlarından itibaren sınavlarda torpil yapılmaya başlandı. Kurula birçok İmam Hatipli alındı.

AKP ile bu çöküş hızlandı. Artık bağımsız bir MTK hayal oldu. Çok üzüldüğüm bir olayla örnek vermek isterim: Kurula AKP’li bir başkan atandıktan sonra, 2005’te tüm müfettişler Abant’ta toplantıya çağırılmıştı. Toplantı öncesi hafta sonu, tüm müfettişler ve başkan otelde bulunuyordu. Kendisine hiçbir tebligat veya uyarı yapılmayan, iktidar tarafından pek de benimsenmeyen bir soruşturmayı sürdüren bir müfettiş toplantı başlar başlamaz ve “tüm müfettişlere gözdağı vermek” amacıyla (polis çağırmak tehdidiyle) toplantıdan kovulmuştu. Ben de hemen toplantıyı terk etmiştim. Eskiden gerektiğinde Bakanın odasına gidip baskı yapabilen bu kuruldan 70 müfettişin orada oturmaya devam etmesi, yeni MTK’yı tanımama neden olmuştu. Bence bu olay bile MTK’nın getirildiği durumun açık göstergesidir. Bu nedenle 2011’de sürecin sonu olarak HUK ile birlikte kapatılması beni çok da etkilememiştir.

Geçen yazımda taşra teşkilatıyla anlattıklarımla birleşince Maliye’nin de diğer devlet kuruluşları gibi küreselleşmiş neoliberal sistemin gereği ve talimatları doğrultusunda nasıl çökertildiğini biraz da olsa anlatabilmişsem çok sevinirim.