“Ben bir kavga adamıyım. Sinemam da bir kavganın, halkımın kurtuluş kavgasının sinemasıdır.” Yılmaz Güney
Yılmaz Güney, 1 Nisan 1937 tarihinde Adana’nın Yüreğir ilçesine bağlı Yenice köyünde dünyaya geldi. (Bazı belgelerde doğum tarihi 3 Nisan 1931 olarak geçmektedir. Güney bazı söyleşilerinde “Nüfus cüzdanının geç çıkartılmış olabileceğini” ifade eder.) 1939 doğumlu Leyla adında bir kız kardeşi oldu. Annesinin ilk evliliğinden iki erkek çocuğu (Mehmet ve Osman Oymak) ve babasının da ikinci evliliğinden de üç çocuğu (Yaşar, Güzide ve Özlen Pütün) oldu. İlk, orta ve lise öğrenimini Adana’da okudu. İlkokul ve ortaokul döneminde ırgatlara su satışı, pamuk toplayıcılığı, bağ bekçiliği, simit ve gazoz satıcılığı yaptı. Lise yıllarında ise, film şirketlerinde çalıştı. 1955 yılında liseyi bitiren Güney, önce Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne kayıt yaptırdı. Üniversitede okurken memleketi Adana’ya dönerek bir film şirketinde çalışmaya başladı. İşlerin yoğunluğu ve şirketin İstanbul’la ilişkisi nedeniyle, üniversite öğrenimine İstanbul’da devam etmeye karar verdi ve İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’ne kaydoldu. Bu dönemde ünlü yönetmen Atıf Yılmaz’la tanıştı ve sinemaya girdi.
Yılmaz Güney, bir söyleşide çocukluğuna ilişkin şunları söylemişti: “Adım, zorluklar karşısında eğilmez, umutsuzluğa kapılmaz, yılgınlığa düşmez ve baş eğmez anlamına gelir. Soyadım Pütün ise bir dağ meyvesinin kırılmaz çekirdeği demektir. 1937 yılında, Türkiye’de, bir güney şehri olan Adana’nın Yenice köyünde doğdum. Kürt asıllı, topraksız bir köylü ailenin iki çocuğundan biriyim. Annem dindardı ve okuma yazma bilmezdi. Babam ise okuma yazmayı askerde öğrenmişti. Annem gibi o da hiç okula gitmemişti. Dokuz yaşımdan bu yana hayatımı çalışarak kazandım. İlk işim dana gütmekti.”
Adana Erkek Lisesi’nde öğrenci iken okul duvar gazetesine ve “Salkım”, “Nasır”, “Doruk”, “Onüç”, “Yeni Ufuklar”, “Pazar Postası” ve “Bir” gibi sanat-edebiyat dergilerine Üç Bilinmeyenli Eşitsizlik Sistemleri, Kırmızı Değirmen Sokağı, Üçün Biri, Ölüm Beni Çağırıyor, Yasaklar Hiç Bitmeyecek, Yarınlara Usançlı Tutku, Mavisiz Yalnızlık, Deli Çocuklara Tutku ve Hamid Çavuşun İnadı gibi hikayeler yazdı.
Ekim 1956 tarihinde “Onüç” dergisinde yayınlanan “Üç Bilinmeyenli Eşitsizlik Sistemleri” hikayesinde komünizm propagandası yaptığı gerekçesiyle İstanbul İkinci Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılandı ve 1961 yılında bir buçuk yıl hapse, altı ay Konya’da sürgün ve ömür boyu kamu haklarından yoksun kalma cezasına mahkum edildi. Bu hikayeden dolayı açılan dava sonrasında “Pütün” soyadının yerine “Güney”i kullanmaya başladı.
15 Haziran 1961 tarihinde, yönetmen Atıf Yılmaz’ın yardımcısı olarak “Tatlı Bela” filmin çekimi sırasında gözaltına alındı. 15 Haziran 1961-11 Aralık 1962 tarihleri arasında Üsküdar Paşakapısı ve Nevşehir cezaevlerinde kaldı. “Boynu Bükük Öldüler” romanını Nevşehir Cezaevi’nde yazdı. Roman, Fransızcaya “Yüreğir’in Tarlaları” diye çevrildi. Daha sonra sürgün cezası için Konya’ya gitti.
Yılmaz Güney, 12 Mart 1971 tarihinde verilen askeri muhtara sonrasında ikinci kez tutuklandı. Türkiye Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi lideri Mahir Çayan ve arkadaşlarını sakladığı suçlamasıyla, 17 Mart 1972 tarihinde gözaltına alındı, tutuklandı, yargılandı ve iki yıl hapse mahkum oldu. 18 Mayıs 1974 tarihinde CHP-MSP koalisyon hükümetinin çıkardığı 1974 Genel Affı sonucunda 20 Mayıs 1974 tarihinde serbest bırakıldı. “Salpa”, “Sanık” ve “Hücrem” kitaplarını bu dönemde yazdı.
Yılmaz Güney’in üçüncü tutukluluğu, 20 Mayıs 1974 tarihindeki serbest bırakılmasından dört ay sonra oldu. “Endişe” filminin çekimi için Adana’da iken, dönemin Yumurtalık hakiminin oturdukları masaya hakaret etmesi sonucu çıkan kargaşada hakimin öldürülmesi nedeniyle, 13 Eylül 1974 tarihinde tutuklandı. Ankara 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yapılan yargılama sonunda 13 Temmuz 1976 tarihinde 19 yıl hapse mahkum edildi. Ankara Merkez Kapalı Cezaevi’nde iken “Soba, Pencere Camı ve İki Ekmek İstiyoruz” kitabını yazdı. Kitabında, Ankara Merkez Cezaevi Sübyan koğuşundaki çocukların durumlarını iyileştirmek için yapılan eylemi anlattı. Sübyan koğuşundaki eylemden sorumlu tutularak Kayseri’ye sürgün edildi. Babasını bu dönemde kaybetti. Kayseri Cezaevi’nde iken, “Oğluma Hikayeler” kitabını yazdı. Cezaevinde olduğu dönemde de sinema ile ilgili çalışmalarına devam etti. Sürü ve Yol filmlerinin senaryoları bu döneme aittir. Yine bu dönem Kayseri Cezaevi’nde bulunan Yılmaz Güney, Basında çıkan yazıları nedeniyle, Kayseri 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılandı.
Cezaevlerinde yaşanan çeşitli olaylar sonucu Yılmaz Güney, Kayseri’den sonra İzmit, Toptaşı, Sağmalcılar, İmralı Yarı Açık cezaevlerinde yattı. Güney, 5 Aralık 1980 tarihinde, İmralı Yarı Açık Cezaevi’nden Isparta Yarı Açık Cezaevi’nde gönderildi. Güney, 9 Ekim 1981tarihinde cezaevi savcısından, “Muş’a annemi görmeye gideceğim” diye altı gün izin aldı. 12 Ekim 1981 tarihinde Antalya-Kemer’den bir balıkçı teknesiyle Türkiye’den ayrılıp Rodos adasına gitti. Yunanistan üzerinden Fransa’ya geçti.
3 Ocak 1977 yılında “Yılmaz İçin Özgürlük” kampanyası açıldı ve yıl boyunca ülkenin her yerinden katılımlar oldu. Sinema Emekçileri Derneği, 1 Mayıs 1977 tarihinde Taksim’de yapılan 1 Mayıs gösterisine “Yılmaz’a Özgürlük” pankartıyla katıldı. 1974-80 yılları arasında ülkenin her köşesinde istenmeyen olaylar oldu. Yılmaz Güney’in filmlerinin gösterildiği sinemalara silahlı saldırılar düzenlendi, sinemalar yakıldı.
Yılmaz Güney, Ocak 1978 tarihinde “Güney” adı altında kültür ve sanat dergisi çıkardı. Dergi, Şubat 1979 tarihinde Sıkıyönetim Komutanlığı tarafından kapatıldı. “Güney Kültür Sanat Dergisi”, 1993-1997 yılları arasında yurt dışında yayınlandı. 1977 yılından sonra Türkiye’de üç ayda bir yayınlanmaya başladı ve Temmuz-Ağustos-Eylül 2023 tarihinde 105. Sayısı yayınlandı.
Yılmaz Güney, 1963-66 yılları arasında beraber yaşadığı Birsen (Can) Ünal’dan 1966 doğumlu Elif adında bir kızı oldu. İlk evliliğini 1966-68 yılları arasında Nebahat Çehre ile yaptı. Bu evliliğinden çocuğu olmadı. İkinci evliliğini 20 Mayıs 1970 tarihinde Fatoş (Jale Fatma Süleymangil) Güney’le yaptı ve 1977 doğumlu Remzi Yılmaz adında bir erkek çocuğu oldu.
“Boynu Bükük Öldüler “(1972 yılında Orhan Kemal Roman Ödülü aldı), “Hücrem”, “Salpa”, “Sanık”, “Ölüm Beni Çağırıyor-Gençlik Öyküleri”, “Hücrem”, “Soba, Pencere Camı ve İki Ekmek İstiyoruz”, “Oğluma Hikayeler”, “Selimiye Mektupları” ve “İnsan, Militan ve Sanatçı Yılmaz”, öykü ve roman alanlarında eser yazdı. “Siyasal Yazıları”nı üç kitapta topladı. Ayrıca, birçok sinema filminin senaryosunu da kitap olarak yayınlandı.
Yaşamının 12 yılını cezaevinde geçiren Güney, 114 filmde oyuncu, 26 filmde yönetmen, 15 filmde yapımcı, 64 filmde ise senarist olarak yer aldı ve birçok ödülünde sahibi oldu.
Ödülleri;1967: 4. Altın Portakal Film Festivali – En İyi Erkek Oyuncu – Hudutların Kanunu
1970: 2. Altın Koza Film Festivali – En İyi Film – Umut
1970: 2. Altın Koza Film Festivali – En İyi Senaryo – Umut
1970: 7. Altın Portakal Film Festivali – En İyi Erkek Oyuncu – Bir Çirkin Adam
1971: 3. Altın Koza Film Festivali – En İyi Film – Ağıt
1971: 3. Altın Koza Film Festivali – En İyi Senaryo – Ağıt
1971: 3. Altın Koza Film Festivali – En İyi Yönetmen – Ağıt
1975: 12. Altın Portakal Film Festivali – En İyi Senaryo – Endişe
1982: Cannes Film Festivali – En İyi Film – Yol
1984: Cannes Film Festivali – Jüri Özel Ödülü Adayı – Duvar
Yılmaz Güney, sinemaya girdiği yıllarda star sistemi” hakimdi. O dönemlerde Ayhan Işık, Ediz Hun, Orhan Günşıray, Göksel Arsoy ve Eşref Kolçak gibi starlar sinemaya hakimdi ve hepsi yakışıklıydı. Ayhan Işık “Kral” olarak tanındı. 1965 yılında, Prodüktörler Cemiyetinin toplantısında yapılan bu tanımlamayı, gazeteci Tarık Dursun K.’nın Yılmaz Güney’le yaptığı röportaj sonrasında kendisine verilen tanımlamayı kabul ettiğini yazdı. Milliyet gazetesinde yazdığı yazının başlığı “Çirkin Kral”dı. Oyuncu, senarist, yazar, yapımcı ve yönetmen Yılmaz Güney, ölümüne kadar ve ölümünden sonra böyle anılmaya devam etti.
1971 yılında, Güney Filmcilik Sanayi Ve Ticaret A.Ş.’yi kurdu.1971 yılında, Adana Üçüncü Altın Koza Film Festival Komitesinin “Ağıt” filmi için verdiği 25 bin liralık en büyük para ödülünü ve yine bu filmin İstanbul, Ankara, İzmir, Eskişehir ve Adana illerindeki gala hasılatı da Türk Hava Kuvvetlerini Güçlendirme Vakfı’na ve festivalde üçüncü olan “Umutsuzlar” filmi için verilen10 bin liralık ödülü de Adanaspor’a bağışladı.
Yılmaz Güney, 24 Şubat 1983 tarihinde Ciğerxwin, Prof. Dr. İsmet Şerif Vanlı ve Abdurrahman Şerefkendi gibi Kürt şairlerle birlikte Paris Kürt Enstitüsü’nün kuruluşunda yer aldı.
Yılmaz Güney, sinema yaşamının son filmini, 1983 yılında yazıp yönettiği “Duvar” filmi oldu. Filmin konusu, Ankara Merkez Kapalı Cezaevi’nde iken “Soba, Pencere Camı ve İki Ekmek İstiyoruz” kitabına konu olan sübyan koğuşundaki eylemi temel aldı.
12 Eylül Askeri Darbesi, Yılmaz Güney’i 1983 yılında vatandaşlıktan çıkardı. 9 Eylül 1984 tarihinde mide kanseri nedeniyle yaşamını kaybetti. Cenazesi Paris’in ünlü Pere Lachaise mezarlığına defnedildi.
Son günlerde bazı kişilerin Yılmaz Güney’i olumsuz değerlendirmelerine tanık olduk. Güney’in yaşam çizgisinde zikzaklar vardı. Bunu kendisi de çeşitli söyleşilerinde kabul eder. Yazar Engin Erkiner’in “Yılmaz Güney: artılar ve eksiler” yazısında ifade ettiği gibi, “Yılmaz Güney’in en önemli özelliği, bence, iyiye doğru değişebilmek özelliğidir.
Eksik yanlarını görür ve bunları aşmaya çalışır. O kadar ki, Siyasi Yazılar’ında belirttiği gibi, bir süre sonra eski kendine yabancılaşır.
Yapılması hiç de kolay olmayan iyi bir özelliktir.
Bazı kişilerin Yılmaz Güney’i olumsuz değerlendirdiklerini biliyorum.
Ne çıkar ki bundan?
Adamın yıllar sonrasına kalan ve daha da kalacak olan önemli filmleri bulunuyor.
En azından bunlar var…
Olumsuz bakanların neyi var, ya da hayatta kalıcı ne yapabilmişlerdir?
Bu bakımdan ne düşündükleri de önemli değildir.”
– “Kimin saflarında olacağız? Bağımsızlık, demokrasi ve özgürlük isteyen; insanın insana kulluğuna son verilmesini isteyen halkların devrimci saflarında mı, yoksa bağımsızlığa ve demokrasiye karşı çıkan, sömürüyü bir tasma gibi halkların boğazına geçirip onları köleleştiren ve düzeni korumak için her türlü baskı ve zulmü “meşru” gören halk düşmanı saflarda mı? “
– “Kimsesizin, ardından gideni de olmazmış”
– “Kavgayı göze almadan, barış da olmaz.”
– “Düşmanlarını aklından çıkaran, dostlarının yolunu bulamaz.”
– “Eğer bir toplumda, devrim ve toplumsal değişim için koşullar olgunlaşmışsa ama bu toplumsal değişimi gerçekleştirecek bir güç yoksa o toplum, için için çürümeye başlar.”