Parlamenter sistemin anavatanı İngiltere’dir. Derebeylerin çıkarını Kral’a koruma altına alan ve zaman içinde değişim geçirerek halkın yararına işleyen bir sisteme dönüşmüştür. 1215 yılında Magna Carta ile derebeyler, İngiliz Kralı’nı karşı elde ettikleri haklarını kayıt altına alınmasını sağlamışlardır. Magna Carta, Latince kökenli bir kelimedir. Türkçe’de “Büyük Özgürlük Sözleşmesi” anlamına gelmektedir. Bu gelişme sonucu, Avrupa’da mutlak iktidar olan kralın yetkileri sınırlandırılmıştır. Böylece, demokrasinin tarihsel gelişimin ilk adımı atılmış sayılmaktadır.
Ülkemizde ilk parlamento Osmanlı döneminde 19 Mart 1877 tarihinde İstanbul’da açılmış ve 14 Şubat 1878 tarihinde II. Abdülhamid tarafından kapatılmıştır. 17 Aralık 1908 yılında yeniden açılan parlamento Mondoros Ateşkes Anlaşması’na kadar (11 Nisan 1920 tarihinde kadar) açık kalmıştır. Bu parlamento seçme yaşı 25, seçilme yaşı 30 olan ve vergi ödeyenlerin oy kullanması sonucu oluşmuştur. 11 Nisan 1920 tarihinde de kapanmıştır.
Türkiye’de parlamento 23 Nisan 1920’de Osmanlı İmparatorluğu’nun işgaline karşı direniş gösterilerek Ankara’da yeniden kurulmuştur. Parlamentonun diğer bir deyişle TBMM’nin dayanağı, “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” ilkesi oluşturmaktadır. Parlamento, Anayasa’ya göre, çalışmaları Türk milleti adına yapması gerekmektedir. Parlamento üyelerini belirli sürelerde yapılan genel seçimlerle halk seçmektedir. Partiler, seçim ve siyasetle ilgili çok şey söylenebilir, söylenmelidir de. Dünyada olduğu gibi ülkemizde de siyaset çok pahalı bir uğraştır. Sıradan ve sınırlı ekonomik olanaklara sahip insanların bu işe girmeleri devenin iğne deliğinden geçmesi kadar imkansızdır. Dolayısıyla parlamento üyeleri halkın çoğunluğunun çıkarını, düşüncelerini ve ruhunu temsil etmeleri açısından sorunlu olduğundan kuşku bulunmamaktadır.
Yüz yıllık bir parlamento geçmişimizin ışığında demokrasimizi tepeden tırnağa yeniden değerlendirmek gerekir. Özellikle 16 Nisan 2017 tarihinde yapılan referandum sonucu “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi”nde “Kazanan her şeyi kazanır, kaybeden her şeyi kaybeder” kuralı geçerli olmuştur. Denge ve denetim mekanizması, liyakat, hesap verme ve şeffaflık ilkeleri ortadan kalkmıştır.
Bu koşullardaki bir parlamentonun halkın sorunlarına ilgisi nasıl olur? Seçimler öncesi halka cenneti vaat eden iktidarlar, partiler, milletvekilli adayları parlamento üyesi olduklarında cehennemi yaşatmakta sakınca görmemektedirler. Halka karşı sorumlu olmaları gerekenler, halkın sorunlarına karşı duyarsızlıkları yaşanan gerçeğimiz olmaktadır.
Yakın zamanda parlamentoda halkın yaşadığı sorunlara ilişkin yasa teklifleri, araştırma komisyonu kurulması ve soru önergeleri iktidar üyeleri tarafından görüşülmeden reddedilmektedir.
– İstanbul Sözleşmesi’nin iptal edilmesinin geri alınması,
– İş cinayetlerinde yaşanan artışlar,
– 7 milyon 600 bin çocuğa okullarda ücretsiz yemek ve su verilmesini,
– Maden şirketleri eli ile yaşanan ağaç ve doğa katliamının araştırılması için,
– Hekimlerin istifası ve yurtdışında çalışmayı tercih etmesinin araştırılması,
– Türk Telekom özelleştirmesinde devletin uğradığı zararların araştırılması,
– AİHM kararlarının uygulanmamasının yarattığı sorunların araştırılması,
– Sözlü sınavlar, şaibeler, yanlış uygulamaların araştırılması,
– Emekli maaşlarına ilişkin düzenleme yapılması,
– KYK yurtlarındaki sağlık ve can güvenliği sorunlarının araştırılması,
– Türk vatandaşlığına kabul kriterlerinin gözden geçirilmesi,
– KYK borçları ile ilgili düzenleme yapılması, yurt imkanlarının genişletilmesi, mezuniyet sonrası kamu tabanlı iş imkanı sunulması gibi çalışmaların da yer alması,
– Esnaf ve Kobilerin ödemelerinin ertelenerek koronavirüs salgınının ekonomik hayata etkilerinin bertaraf edilmesi,
– Fındık üreticilerinin sorunları, fındık fiyatları, fındığa dayalı gıda sanayisine teşvik edilmesi,
-15 Temmuz darbe girişimi için,
– FETÖ’nün siyasi ayağının araştırılması,
– Tunceli’de askerlerin donarak şehit olması,
– Tüm siyasilerin “vergi cennetlerinde” bulunması muhtemel servetlerinin araştırılması için
-Ukrayna savaşının Türkiye ekonomisine olumsuz etkilerinin araştırılması,
– Kamudan ihale alan firmalar,
– Çorlu tren kazası için,
– Soma maden kazaları,
– Olası depremlere karşı bina onarım ve güçlendirme çalışmaları için,
– Depremde refakatsiz kalan çocukların sorunları,
– Depremde kaybolan insanların araştırılması,
– Ekonomideki olumsuz tablonu nedenlerinin araştırılmasını,
– PTT’nin Varlık Fonuna devredildikten sonraki zararları,
– Yoksulluk ve açlık sınırında yaşanan artışın önlenmesinin araştırılması,
– Akaryakıt üzerinden alınan ÖTV’nin kaldırılması,
– Yaklaşık 80 bin kişinin dolandırıldığı Çiftlik Bank vurgununun araştırmasına yönelik,
– Son 5 yılda Türkiye’de 50 bin futbol sahası büyüklüğünde ormanın kül olduğunu hatırlatarak orman yangınlarına erken müdahale ve ulaşım kolaylığı sağlanması için,
– Bireysel silahlanmanın boyutunun araştırılması,
– Sentetik uyuşturucuların imalatı, dağıtımı, satışına ilişkin süreçlerin belirlenmesi ve önlenmesi,
– Kara para aklama ve vergi kaçakçılığı gibi suçların engellenmesine yönelik araştırma,
– Sakarya’nın Hendek ilçesindeki havai fişek fabrikasında meydana gelen patlama sonucunda yedi işçinin hayatını kaybetmesine yönelik yüzlerce madde eklenebilir.
İnanmamızı istedikleri şey; “Artık bu ülkede, kendini kimsesiz hisseden herkesin yanında olduğunu bildiği bir devleti, bir hükûmeti var. Artık bu ülkede, çalışmak, üretmek, kendini geliştirmek isteyen herkesin yolu açık.” Şimdi gel de buna inan.
Parlamentonun halkın sorunlarına ilgisizliğinden sadece üyeler ya da iktidar sorumlu olamaz, olmamalıdır da. Halkın kendisi de sorunlarına ilgisiz olanlara hiç bir koşulda onay vermemelidir.
İşçiler, memurlar, emekliler kısacası emeğinden başka geliri olmayanlar marketlerin indirim günleri peşinden koşmaktansa, insanca yaşamak için soran, sorgulayan, eleştiren, örgütlenen, bir araya gelerek değişim için mücadele eden ve değiştiren olmaya zorlanmalıdır.
*** Anayasa Mahkemesi ve Yargıtay Arasındaki Krizde Çubuğun Ters Bükülmesi
Anayasa Mahkemesi (AYM) ve Yargıtay arasında yaratılan anayasal kriz, bilinçli ve suni yaratılmış bir krizdir. Bu kriz, iktidarın toplum üzerindeki gitgide derinleşen baskısını yeni bir evreye dönüştürme çabasından başka bir şey değildir. 21 yıldır devam eden hegemonya mücadelesini farklı alanlarda sürdürmüş ve kazançlı çıkmıştır. İktidarın mağduriyet algısı hiç bitmiyor ve bitecek gibi de görünmüyor. Son yaşanan anayasal krizdeki gelişmeler ne yönde? Gelişmelere meclis içindeki muhalefetin ve meclis dışı toplumsal muhalefetin krize müdahale etme yolları nelerdir?
“MADDE 153 – Anayasa Mahkemesinin kararları kesindir…yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlar.”
Anayasa’nın ilgili maddesi yorum gerektirmeyecek kadar açıktır.
Can Atalay konusunda yerel mahkeme AYM’nin verdiği kararı derhal yerine getirmelidir. Yargıtay yerel mahkemenin kendisine gönderdiği dosyayı incelemeden geri göndermesi gerekiyordu.
Yasalar tek başına bir anlam taşımaz, önemli olan onları uygulamaktır.
Yerel mahkeme ve Yargıtay aracılığıyla anayasal bir kriz çıkarmanın amacı ne olabilir? CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in dediği gibi, “Erdoğan darbecidir, bu bir darbe girişimidir”
“Recep Tayyip Erdoğan eliyle anayasal düzenin ortadan kaldırılmaya çalışılması, halkın iradesine karşı Recep Tayyip Erdoğan’ın liderliğinde bir kalkışmayla karşı karşıya olduğumuz anlaşılıyor”
“Sebebi, bu Anayasa’yı değiştirmek için AKP ve MHP’nin yeterli milletvekili yok. Bunu referanduma götürebilecek durumları da yok”
Erdoğan, anayasayı tümden askıya alarak, toplumsal muhalefetin tümüyle susturulduğu bir ortamda yeni (!) bir toplumsal düzenlemeye geçişin yolunu açabilir mi?
Yukarıda yazdığımı tekrar etmede yarar var. Gelişmelere meclis içindeki ve meclis dışı toplumsal muhalefetin krize müdahale etme yolları neler olacaktır?
***
CHP’deki Değişim Üzerine
Türkiye Cumhuriyeti 100 yılını geride bıraktı. Cumhuriyet’in 100. yıldönümünde “Cumhuriyeti kuran” parti 38. kurultayını topladı.
“Cumhuriyeti kuran” parti yöneticilerine göre parti ile Cumhuriyet iç içe geçmiştir. Yine yönetime gelen ya da giden parti yöneticileri de tıpkı Cumhuriyet gibi, Atatürk’ün “Cumhuriyet bilhassa kimsesizlerin kimsesidir” sözünü çok sevmişler ama “kimsesizleri” görmemiş ve onlara oturacak bir yer vermemişlerdir. Cumhuriyet gibi parti de zenginlere (burjuvaziye), seçkinlere ve güçlülere ev sahipliği yapmaktadır.
Bir masal tekerlemesinde söylendiği gibi, “Az gittik uz gittik. Dere tepe düz gittik. Bir de dönüp baktık ki bir arpa boyu yol gitmişiz.”