Akyaka da karavanımla konakladığım yıllardı, genelde ilk bahar aylarını tercih eder, doğanın uyanışıyla mutlu olurdum. Denize girmek için beklediğim bir mevsimde yoktu, canımın istediği zaman denize girer, çıkışta güğümde ısıttığım suyla duş alırdım. Hani o zamanlar bu günki gibi karavanlar sıra sıra yollara da dizilmezdi. Hele kışlayan karavancı bulmak neredeyse imkansızdı. Güneş paneli vabesto lüks sınıfında olduğu için henüz kimsede yoktu. İşte o yıllarda bir dost ile tanışma imkanı buldum.
Sabahın aynı saatlerinde karavanımın önünde havlıyor, ben çıkıncaya kadarda susmuyordu. Değişik bir patiydi, Kurt köpeğine benzer bir kafası, uzunca bir vücudu, oldukçada kısa boylu badi badi yürüyen bir patiydi. Hâline bakıp aldanmamak gerek, koca koca patilerle baş ediyor, kızınca hepsini önüne kata biliyordu. Karavanımın bagajında her zaman patiler için mama bulundurduğumdan, onlarla dostluğumuz çabuk gelişiyordu.
Bu meymenetsiz de mamanın kokusunu almış olacak ki, karavanımın önünü kendisine mekan tutmuş, öyle sürekli durmuyor, sabah gelip koparabildiğini koparıyor sonra ormanda kayboluyor.
Bir süre sonra iyice alışmıştım bu patiye, artık geliş saati de belli olduğu için mamasını ayırıp bekliyordum. Her sabah aynı saatte gelip, koyduğum yiyeceği yiyip gidiyordu.
Bir süre sonra o meymenetsiz çirkin hali bana çok sevimli gelmeye başlamıştı, artık elimi uzatıp sevmek isteyince bana hırlamıyor hatta sevmem için hamle bile yapıyordu, dostluğumuz iyice ilerlemiş sanırım bende artık ona sevimli gelmeye başlamıştım.
Neticede orada tanışmıştım bu meymenetsizle ismini dahi bilmiyordum, bildiğim tek şey şekilsiz bir şeye benzetemediğim oldukça güçlü bir pati.
Diğer patilerle pek dostluk kuramadığından yalnız gezer, yalnız mamasını yer, ben yalnızken yanıma gelirdi. Çözemediğim özel bir durumu vardı, şekli şemaliyle de diğer patilere benzemiyordu, kendi isterse sevdiriyor, isterse duruyor, istemezse çekip gidiyordu.
Zamanla daha çok sevgimi kazanmaya başladı, öyle diğerleri gibi mama vereceğim diye kuyruk sallayıp yalaklanmıyor hepsinden ayrı duruyor, çağırdığım zaman değil, istediği zaman geliyor istediği zaman da gidiyordu. Bir benzerlik vardı aramızda, çözemediğim bir benzerlik, diğer patilerden kendime daha yakın hissediyordum bu meymenetsizi.
Sabahın erken saatleriydi, yoğun yağışın ardından bir nem çökmüştü ormanın içerilerine doğru, her zamanki sakinliğinin yanı sıra bir kasvet havası vardı, yağmurun ardından Keklik peşine düşen avcılar gene kendilerini göstermişti.
Bir silah sesiyle ormanın sessizliği bir anda bozuldu, 200 mt ilerde silah sesiyle kuşlar havalanmış, ardından bir inilti sesi kulaklarıma düşmüştü. Cesaretle ormanın balta girmemiş yerlerine doğru, vücudumu çizen çalılara aldırmadan iniltinin geldiği yöne doğru ilerliyordum. Zorlu bir koşuşturmanın ardından iniltinin geldiği yere ulaşmıştım. Çalıların altına doğru eğildiğim zaman bizim meymenetsizle burun buruna gelmiştik. Hafifçe başını kaldırarak bana doğru baktı, kafasını utanırcasına diğer tarafa çevirdi, o minnetsiz halinden hiçbirşey kaybetmemiş halde, önümde boylu boyunca yatıyordu.
Bizim meymenetsize biraz daha dikkatli bakınca, vücudunda birkaç tane saçma yarası olduğunu gördüm. Kanaması sürüyordu, yapabileceğim tek şey ne pahasına olursa olsun onu kucağıma alıp, karavanın yanında duran arabama kadar gidebilmekti, bunu başarabilirsem gerisi kolaydı.
O meymenetsiz sevimsizi sevmek için elimi her uzatışımda hırlayan pati, sessiz uysal bir çocuğa dönmüştü. Kucağıma alıp, sarmaladım, yaralarından akan kanın sıcaklığı, nemin yoğunluğu beni iyice zorluyordu, kalp atışlarımız birbirine karışmış adeta tek vücut olmuştuk. Zorlu bir yoldan sonra, vücuduma aldığım çalı çiziklerine aldırmadan arabama ulaşabilmiştim.
Arabamın koltuğuna yatırdığım meymenetsiz kafasını bir kez daha kaldırıp, bana bakmıştı, bu sefer ki bakışında minnet sevinç sevgi vardı. O bakış benide oldukça duygulandırmış elimden geldiğince süratli bir şekilde Gökovadaki Hayvan hastanesine ulaştım.
Meymenetsizi hemen ameliyata alan veteriner yanıma gelerek, nasıl olduğunu sordu, anlattım. Veteriner “bir kaç dakika, bir kaç dakika daha geç kalsaydınız kurtaramayacaktık” dedi. Bir kaç dakika, bir kaç dakika daha geç kalsaydım meymenetsiz hayatta olmayacaktı.
Aradan geçen bir kaç günün ardından Veteriner sekreteri tarafından arandım. Hastanız iyileşti, ne zaman alırsınız diyordu. Biraz şaşkın birazda anlayamadığımdan kim benim hastam diye sordum, sekreter “Meymenetsiz pati” demez mi, o telaşla onu Veterinere teslim ederken adını sormuşlar, bende Meymenetsiz pati demiştim, kayıtlara meymenetsiz pati diye geçerek kimlik kazanmıştı, o artık kimlik sahibi ismi olan bir pati olarak hayatına devam edecekti ama olmadı.
Veterinerlikten alıp karavanıma getirdiğim Meymenetsiz, bir kaç günlük misafirliğin ardından gene ormana dönmüştü, onun karakteriydi bu.
Yaşam bu, bir bakmışsın bir patinin dostluğu herşeyin üstüne çıkabiliyor. Bir bakmışsın dost bildiklerinin hançerini sırtında hissedebiliyorsun.
Ormanı orman yapan ağaca güvenebilirsin. Bilirsin ki elma ağacı elma verir, erik değil.
Hayvanlara güvenebilirsin, çünkü Aslan, Aslan gibi davranır Maymunluk etmez.
Ama insana güvenemezsin.
Zira o, yüzüne gülümserken arkasında hançer gizleyebilen tek yaratıktır. Yaşamım boyunca öğrenemeyip, hep hataya düştüğüm İnsan, bazen keşke İnsan olmasaydım diyorum, Insanlığınız sizin olsun diyerek gitmek geliyor içimden, o derin uçsuz bucaksız kuytulara, olmadığınız yerlere mekan salsam.