Bu makaleyi dinlemek için tıklayınız.

                                            AŞIK VEYSEL ŞATIROĞLU

Geçen hafta, evime yakın bir alışveriş merkezine gitmiştim. Kitap satan bir bölüme girdim; işime yarar kitapları araştırıyordum.  “Geçmişten Günümüze İz Bırakan Meşhur Engelliler, kitabı ilişti gözüme. PROF. Dr. Ali Sayar yazmış.

Elime aldım, incelemeye başladım: Kimler yoktu ki içinde, engelli, ama çalışkan, koşulları zor, ama yılmadan üretenler, üretmişler ki dünyaya iz bırakmışlar…

Kitabın en alta, tam sağ başta, yanık tenli, fötr şapkalı, tanıdık bir yüzle karşılaştım. Neden mi tanıdık?

Bakınız anlatıyorum:

Yıl,1961, mevsim ilkbahar. Okulumuzun hizmetlileri, harıl harıl, sandalyeleri, okulumuzun üst katında bulunan spor salonuna taşıyorlardı. Spor salonumuz, aynı zamanda okulumuzun en geniş bölümünü teşkil ediyordu. Her özel günde, konferans salonu olarak da kullanılıyordu. O gün de sandalyeler yerleştirilmiş konferans salonu Aşık Veysel için hazırlanmıştı.

Salonu hınca hınc doldurmuştuk.

Yardımcısının desteğiyle, sahnenin  ön bölgesine Aşık Veysel yerleştirildi.

Aşık Veysel, sazını eline aldı. Bütünüyle baktığımızda, toprakla uğraşarak nasırlaşmış ellerinden, Anadolu insanına has olan, mis gibi toprak kokusunu alıyor gibiydik.

Sesi, kulaklarımıza ulaşınca başka bir boyuta geçti düşüncelerimiz.  Sazıyla dost olmuş derdini paylaşır gibi öylesine hisli çalıyordu ki nefesimizi tutarak dinliyorduk. Bir ara sazını yanına koydu ve şöyle seslendi:

”Öğretmen olacaksanız, gittiğiniz köylerde, insanlara şunu söyleyin: “Toprak, insanın hakkını yemez, hırstan ve hiddetten uzak durmanın yolu, toprağı sevmekten geçer.”dedi.

Görmeyen gözlerinden değil de gönlünden görüyor gibiydi.

O gün, sazını ve sözlerini konuşturdu Aşık Veysel. Hayatından kesitler sundu bizlere…

Ama, iyisi mi sizlere kaynaklardan edindiğim bilgilerden tanıtayım izninizle.

Aşık Veysel Şatıroğlu, 25 Ekim 1894’ te Sivas, Şarkışla kazası, Sivrialan köyünde dünyaya geldi. 21 Mart 1973’te hayata gözlerini yumdu. Büyük bir Türk halk ozanıdır. Çiftçi bir  ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi.

Daha yedi yaşındayken yörede baş gösteren çiçek hastalığı neticesinde gözlerinin tekini kaybetti; ardından bir kaza sonucunda, az gören öbür gözünü de kaybetti.

Veysel’in ailesi, çok fakir olduğundan ne okuyabildi  ne de gözlerini tedavi ettirebildi.

Babası, Ahmet Ağa,Veysel’in de şiire ve söze merakını keşfederek  oğluna bir bağlama yaptırdı. Yörenin aşıklarından deyişler dinledi, onlar hakkında bilgiler edindi.

İlk saz derslerini kendi köyünün usta sazcılarından Molla Hüseyin’den ve Çamşıhili köyü Ali Ağa’dan aldı. Çalıştıkça sazını geliştirdi. Başka ozanların türkülerini çalmaya başladı. 1933 yılında tanıştığı Ahmet Kutsi Tecer’in teşvikleriyle kendi sözlerini yazıp söylemeye başladı. Aşık Veysel’in deyişlerini düzenleyerek yaygınlaşmalarını sağladılar.

Şarkışla’da her yıl, adına şenlikler yapılır.

Eserlerinde Türkçe’si yalındır. Dili ustalıkla kullanır. Yöntemi gösterişsiz neredeyse kusursuzdur. Yaşama sevinciyle hüzün, iyimserlikle umutsuzluk şiirlerinde iç içedir. Doğa, toplumsal olaylar, din ve siyasete ince eleştiriler yönelttiği şiirleri de vardır. Şiirleri, Deyişler,1944’te, Sazımdan Sesler1950’de, Dostlar Beni Hatırlasın 1970’te kitaplarda toplandı.

Aşık Veysel’e “Anadilimize ve milli birliğimize yaptığı hizmetlerden dolayı 1965 yılında, TBBM 500TL maaş bağladı.

23Mart1973’te hayata gözlerini yumdu.

Ölümünden sonra, Bütün Şiirleri 1984’te tekrar yayınlandı.

Elimdeki kitabın kapağını yeniden gözden geçirdim. En alt sırada sağ köşesinde fötr şapkalı, fotoğrafa baktım, yanık tenli, toprak kokulu, komşu amcamı görmüş kadar heyecanlandım ve araştırmaya başladım. Neydi bu sevimli insanın hayatını özel kılan, iz bırakacak kadar müstesna olan…

“Ağzım açık kaldı.” Deyimi vardır ya, okuduklarıma inanamadım, insanlığına hayran kaldım. Buyurun şimdi sizinle de paylaşıyorum:

Aşık Veysel, yirmi beş yaşına geldiğinde, akrabalarından Esma adında bir kızla evlendi. Çocukları oldu.

Aşık Veysel, evli olduğu zamanlarda, eşi Esma Hanım, başka bir adama aşık oldu ve kaçmaya karar verdi. Çocuklarının biri henüz bir yaşındadır. Aşık Veysel bu olayı hissettiği halde hiç tepki vermedi, sonucu beklemeye başladı.

Bir gece, eşi her zamankinden erken yattı. Aşık Veysel de evde biraz oyalandıktan sonra uyumak için yatağına girdi. Uyur numarası yaparak sonucu beklemeye başladı.

Eşi Esma hanım, yatağından yavaşça kalktı, gizlice bohçasını hazırladı.

Kaçacağı adam, bahçelerindeki ağaçtan evi gözlemekteydi. Etrafı iyice gözetledikten sonra,“Pencereden atla!” işaretini verdi.  Esma Hanım alel acele çoraplarını ve ayakkabılarını giyerek pencereden atladı. Çevre evlerindeki insanlara yakalanma korkusuyla, adam da ağaçtan atladı ve birlikte kaçmaya başladılar.

Hayli yol aldıktan sonra, bir çeşmenin yanında, soluklanmak istediler. O esnada, Esma Hanım, papucunun içindeki bir nesnenin ayağını fena halde acıttığını fark etti.

Çeşmenin kenarına oturarak önce ayakkabısını çıkardı. Bir de baktı ki ne görsün!..  Bir tomar para ve bir de yanında not düşülen bir kağıt: “Al bu parayı, ananın ak sütü gibi helal olsun. Gittiğin yerde, kendini ezdirme.” İkinci cümlesi de şöyledir: “ Güzelliğin on para etmez, şu bendeki aşk olmasa…”

Aşık Veysel, onu anlamayanlara şöyle söyledi: “Bana, bunca yıl hizmet verdi. Leğene oturtup arkamı sabunladı, çamaşırlarımı  yıkadı, elime verdi. Yıllarca, ekmeğimi yoğurup pişirdi.  Çorbamı, aşımı pişirdi, soframa koydu.

Bana, “EMEĞİ” var…” demiştir de, muhtemelen  sazını eline alıp “ Kara Toprak” şiirindeki sözlerini sazıyla söylemeye başlamıştır.

Nice güzellere bağlandım kaldım,

Ne bir vefa gördüm ne fayda buldum.

Her türlü isteğim topraktan aldım.

Benim sadık yarim kara topraktır.

Aşık Veysel, sazıyla, sözüyle içini dökedursun…

Ben de, Aşık Veysel’i daha çok tanımak  için biraz daha dersime çalışacağım. “EMEK” kelimesinin derinliğine inip “Veysel Felsefesi”ni düşünmek istiyorum…

Sevgilerimle…

Melahat Erten Tekeşin