Bu makaleyi dinlemek için tıklayınız.

Değerli dostlarım, “görmek” için bakmak yeterli mi? Bu sorunun yanıtını, yazımın sonunda, hep birlikte düşüneceğiz…

Bugün size gerçek bir yaşam öyküsünden, beni çok etkileyen, azmine ve başarısına, tüm insanların hayran olduğu bir insandan Hellen Keller’den bahsetmek istiyorum.
Hellen Keller, başlıca azmin ve çalışkanlığının başarı abidesidir çünkü…
Hellen Keller, 1880 yılında, Amerika’nın Alabama eyaletinde, çiftçilik yapan bir ailede, sağlıklı bir çocuk olarak dünyaya geldi. Ailesinin neşe kaynağı bıcır bıcır bir bebekti. Aile mutlu bebek mutluydu.
Tam on dokuz aylık olmuştu ki ateşli bir hastalık geçirdi. Ateşli hastalığı atlattı; ama görme, işitme ve konuşma yeteneğini kaybetti.
Bir aile düşünün ki evin neşe kaynağı çocukları, karanlık bir dünyanın içinde kalmış…
Çok zeki bir çocuk olduğundan, konuşamadığı, duyamadığı ve göremediği için gün geçtikçe hırçınlaşıyordu. Annesinin. Yüzünü elliyor, dudaklarının oynayışından konuştuklarını hissediyor, kendi konuşamadığı için zaptedilemez bir duruma geliyordu. Eline neyi geçirirse fırlatıyor hırsını eşyalardan alıyordu.
Ailesi, eğitim çağı gelince, iyi bir eğitim almasını istedi.Telefon mucidi Graham Bell, telefon icadından sonra kendini sağır çocukların eğitimine adamıştı.
Ailesi Graham Bell ile temasa geçti. Graham Bell, aileye Perkins Enstitüsü Sağırlar Evi ile temas kurmalarını önerdi. Sağırlar Evi müdürü, o yıl okullarından mezun olan Anne Sullivan’ı önerdi. Böylelikle efsane öğretmen Anne Sullivan Hellen Keller’in öğretmeni olmuş oldu.
Anne Sullivan, İrlandalı göçmen ve fakir ailenin çocuğuydu. Çocukluğunun zorlu yaşamı, ona, güçlü, mücadeleci ve sabırlı bir kişilik kazandırmıştı.Kendisi de az görüyordu.
Anne Sullivan’ın sabrı, bir öğretmenin azmi ve sabrıyla, neler başaracağının kanıtı olarak insanlık tarihine kanıt olarak düşecekti.
Anne Sullivan şöyle düşünüyordu: “Helen yazmayı öğrenirse, insanlarla iletişime geçecek ve uysal bir çocuk olacak.” Öncelikle, Helen’in güvenini kazandı. Kendini tamamen Helen’in yetiştirilmesine adadı.
Anne Sullivan, bıkmadan usanmadan Helen Keller’e etrafındaki nesnelere dokundurdu. Oyun oynar gibi, nesneleri avucunun içine veriyor dokunarak tanımasını sağlıyordu. Ardından da nesnenin adını, harflerle avucunun içine yazıyordu:Taş, toprak, ağaç, çiçek, oyuncak…
Helen, bu oyunu çok sevdi, büyük bir heyecanla, nesnelere dokunuyor, avucunun içine yazılmasını öğretmeninden istiyordu.
Anne Sullivan, bir sabah Helen’in elinden tuttu, bahçelerindeki su kuyusunun yanına götürdü. Hortumla suyu akıttı ve avucunun içine”su” yazdı. Helen büyük bir heyecanla, öğretmeninin avucunu eline aldı ve “su” diye yazdı.
Öğretmen sevinç nağaraları atmaya başladı. Helen’i havaya kaldırdı, yüzünü-gözünü öptü.Heyecanla toprağa dokundurdu, “toprak,” ağaca dokundurdu, “ağaç,” oyuncağa dokundurdu, “oyuncak,” yazdırdı. O gün akşama kadar, otuz nesnenin adını öğrenerek öğretmenin avucuna yazdı. Devamında, Brail alfabesini öğretti.
Ebeveynleri, karar vererek Helen’in iyi bir eğitim alması için hep birlikte Boston’a taşındılar. Burada, Rafclife Kolejine yazdırdılar. Anne Sullivan hep yanındaydı. Öğretmenlerinin söylediklerini avucunun içine yazıyordu.1893 yılında Latince’yi öğrendi.
Latince’yi öğrendikten sonra, durmadan kitaplar okumaya başladı.
Konuşma dersleri almasına ragmen, sadece birkaç kelimeyi belli belirsiz söyleyebildi. Anne Sullivan, helen’in her konuştuğunu anlıyordu.
1994 yılında, New York’ taki Wright Humason.sağırlar okuluna gönderildi. Bu okula gitmesinin sebebi, dudak okumasını çok güzel öğretmeleriydi. Bu okulda matemetik, coğrafya, Fransızca ve Almanca’yı öğrendi.
Öğretmeni Anne Sallıvan hep yanındaydı. Derslerde anlatılanları Helen’in avucuna yazıyordu. Ayrıca da anlatılanları Braille alfabesi ile yazıyor, rapor haline getiriyor; Helen’in okumasını sağlıyordu.

Öğretmeni, onu uzun uğraşıları sonucunda, Harvard Üniversitesi sınavlarına hazırladı.
Öğretmeni, Anne Sullivan, üniversite giriş sınavında Helen’in yanındaydı, soruları Helen’e çevirdi; Helen üniversiteye girdi, iyi bir derece ile mezun oldu.
1904 yılında, 24 yaşındayken tarihte ilk kez, görme ve işitme engelli bir öğrenci üniversiteden mezun olmuştu. Helen Keller bir ilk olarak tarih sayfalarında yerini alacaktı.
Üniversiteye devam ederken “Yaşam Öyküm,” adında bir kitap yazdı. Bu kitapla birlikte dünyada tanınan bir insan haline geldi.
Kitabın yayımlanmasını sağlayan John Albert Macy ile dost oldular, Anne Sallivan onunla evlendi. Helen’i da yanlarına alarak aynı evde yaşamaya başladılar.
1913 yılında, “Karanlığın İçinden” kitabını yazdı. Sonraki yıllarda makaleler, kitaplar yazmaya devam etti. İkili, toplumlar ve sorunları hicveden komedi tadında tiyatro sergilediler. Bu gösteri, çok ilgi gördü, tüm gelirlerini Amerikan Görme Engelliler Vakfına bağışlandı.
Anne Sollivan, kendisinin de az gören gözlerini tamamen kaybetmti.
1936 yılında, Anne Sollivan’ın elleri, Helen Keller’in avuçlarında can Verdi.
Helen çok etkilendi. Yaşadıkları evi satıp başka bir eve taşındı.

Bundan sonra da görme ve işitme engelinin ona engel taşımasına asla izin vermedi.Konferanslar verdi, eğitimine devam etti, kitaplar yazdı. Yaşamı, azmi ve başarısı insanlık tarihine örnek oldu. Helen Keller’in, beş dil öğrenmiş olması da insanları hayrete düşürecekti. Helen Keller,1968 yılında 88 yaşında, hayata gözlerini yumdu.

Helen Keller adına, filmler yapıldı kitaplar yazıldı, ama hayata bakış açısını gözler önüne serilen bir olaydan bahsetmek istiyorum:

Helen Keller bir gün, ormanda gezinip yanına gelen arkadaşına: “Hadi, bana ormanda gördüklerini anlat.”der. Arkadaşı, iki cümle ile bitirir. “Hiç, sıradan şeyler. Patika yollar ve ağaçlar gördüm.”der.
Helen Keller, derin bir ah çeker ve der ki:
“Üç gün görebilseydim eğer…”
Birinci gün:
Arkadaş ve yoldaş olarak yanımda olan ve hayatımı yaşanmaya değerli kılan yakınlarımı görmek isterdim. Sadece yüzlerine dokunabildiğim ve dokunma duyumla tanıdığım dostlarımın gözlerinin içine bakardım. Ruhlara açılan pencereler olan gözlerden, yüreklerinin içlerini görürdüm.
Tüm arkadaşlarımı arayıp yüzlerine bakmakla meşgul olurdum.
İç güzelliğin kanıtı olan dış güzelliği, hafızama kazırdım.
Yeni doğan bebeğe bakıp masumiyeti görürdüm.
Hayat bizi, çatışmalarla sardığında, masumiyet kayboluyor çünkü.
Listelediğim bir sonraki düşüncem kitaplarım. Bana, insan doğasını ve yaşamımı öğrettiler.
Bana büyük yardımları dokunan, köpeklerim küçük Scotti ve büyük Deni’nin gözlerinin içine bakardım. Sadık bakışlarına hayran kalırdım.
İkinci gün:
Güneşin doğuşuyla uyanırdım. Karanlık bir gecenin, nanıl gündüze dönüştüğünü görmek isterdim.
Ardından müzeleri gezmek isterdim. Dünyanın kabul ediliş tarihini izlerdim.
Üçüncü gün:
Şehre doğru yola çıkardım.Parklardaki çcukların, koşuşlarına doya doya bakardım.
Şehre gidince, bir köşede dikilip insanlara izlerdim. Onların gülümsemelerini görmek beni merhametli yapardı.

Çok şey yapmak isterdim; ama üçüncü günün akşamında, insan ruhunun komedisi olan süslü bir oyunun keyfini çıkarmak için tiyatroya giderdim.
Üçüncü günün kapanışında, komik bir oyunu izlemek için koşabilirdim.” diyerek isteklerini bitiriyor.

Helen Keller, ne kadar basit şeyler istiyor değil mi?
Üçüncü günün sonunda bile, isyana yer vermiyor…

Ben de şimdi yazımı bitiriyorum. Helen Keller felsefesinden yola çıkarak hayatımda üç günüm daha kaldığını düşüneceğim. Bakıp da göremediğim tüm ayrıntıları görmek istiyorum.
Üç günden sonra duyamayacağımı düşünerek her bir sesin her bir notanın,nasıl özlemle ruhuma dolduğunu hissetmek istiyorum. Yaşamımda, üç gün daha kaldığını düşünecek her saniyemi her dakikamı her saatimi, dolu dolu ve özlemle geçirmek istiyorum.
Sevgilerimle…
Melahat Erten TEKEŞİN