Bu makaleyi dinlemek için tıklayınız.

“BÜYÜK TAARRUZ”U ATATÜRK ANLATIYOR
30 AĞUSTOS 1922

Atatürk (Osmanlı için): “ Bize, içinde düşman bulunan bu vatanı miras bıraktılar”

19 Eylül 1921:
22 gece gündüz 100 km gibi uzun bir cephede süren Sakarya savaşıyla Yunan, Ankara eteklerinden püskürtülür. Türk birlikleri yetersizlikler dolayısıyla taarruza devam etmez. Ordu cephede beklemede iken, hem asker hem donanım eksiklikleri tamamlama çalışmasına girilir. Herkes düşmana karşı son saldırıyı bekler ama bu bir türlü gerçekleşmez.
Mustafa Kemal Paşa anlatıyor:
• “Meclis’te ordu aleyhine bir cereyan meydana getirilmişti. Diyorlardı ki: “ Sakarya Muharebesi’nden sonra aylar geçtiği halde ordu niçin taarruz etmiyor? Mutlaka taarruz etmelidir! Hiç olmazsa sınırlı, belli bir cephede taarruz yapılmalıdır ki, ordumuzun taarruz kabiliyeti olup olmadığı anlaşılsın! Bu cereyana direndik. Maksadımız tamamen hazırlığımızı tamamlayarak genel ve neticeli bir taarruz yapmak olduğu için, kısmen taarruz fikrini desteklemezdik: bundan bir fayda yoktu.”
• “ Rauf Bey sık sık ve gizlice diyordu ki; hiç olmazsa hakiki durumu bana söyle: Ordu ne haldedir? Hakikaten taarruz edemeyecek mi?”
• “Osmanlılar, yapacakları harekatın kapsamıyla orantılı şekilde ihtiyatlı ve tedbirli davranmadıkları için daha çok, his ve hislerinin tesiri altında hareket ettiklerinden, Viyana’ya kadar gittikleri halde, geri çekilmeye mecbur olmuşlardır. Ondan sonra, Budapeşte’de de duramadılar geri çekildiler. Belgrad’da da mağlup ve geri çekilmeye mecbur edildiler. Balkanları terk ettiler. Rumeli’den çıkarıldılar. Bize, içinde düşman bulunan bu vatanı miras bıraktılar” der.
4 Mart 1922:
“O gün Meclis’te, gizli celsede bazı izahatlarda ve ricalarda bulundum. ”
6 Mart 1922:
M. Kemal 1.5 ay sürecek orduları teftiş için Ankara’dan ayrılır. Günü gününe not tutar.
8 Mart 1922:
Paşakadın’da orduyu teftiş eder. “Düşman mevzilerini uzaktan gördük” der.
9 Mart 1922:
“Belpınarı, sonra “Aziziye’de ordu komutanı ve İsmet Paşa geldi. Önce yemek yenildi. Siyasi durum hakkında malumat verdim. Ondan sonra hafıza Kuran okuttuk.”
10 Mart 1922:
“ Hüsrev Paşa’da ileri karakol (İzmit hattı) mevzilerine hareket. Orada hayvanla bir saatte tepeye çıktık. İleri araziyi inceledik.”
Sonra Aziziye’ye hareket eder:
• “ Bir saat kadar uyudum. Sonra vücudumu sünger ile sildim”
11 Mart 1922:
• “ 3.Tümeni toplanmış halde bulduk. Biraz hareket yavaşlığı ve emirleri yanlış anlamış gördüm. Subaylar toplandı. Kısa bir nutuk: “ Bugünkü Türkiye ordusu eski ordulardan faziletçe daha yüksektir. Başarılı olacaksınız. Geleceğin en şerefli subayları olacaksınız.”
• “ Sonuç: Tümen diğer tümenler gibi çok fazla acemi alay ve tabur komutanları ile dolu.


12 Mart 1922: Rahatsızlanır.
• “ Bütün gece ağrım vardı “
14 Mart 1922:
• “ Biraz kilo kaybettim. Hemen Akşehir’e hareket etmeye karar verdim. İyileşinceye kadar teftişe son verdim. ”
15 Mart 1922:
• “ İyiyim, banyo aldım. İsmet Paşa’nın karargahına gittim. Yemek yedik. Bir dişim ağrıyordu. Çıkardım. Akşam yemeğini ismet paşa ile yedim.”
Bundan sonra sürekli ağrılardan, sancılardan şikayet eder.
12 Nisan 1922:
Teftişten sonra Ankara’ya döner ve TBMM’de bir konuşma yapar.
• “ Ordumuz ne için savaştığını ve ne zamana kadar savaşması gerektiğini tamamen anlamıştır ” der.
22-26 Mart 1922:
İtilaf Devletleri Dışişleri Bakanları Konferansında Türkiye ve Yunanistan’a 3 aylık ateşkes teklifi yapılır. Türkiye’ye nota verirler. Bu notada barış ile ilgili maddeler vardır. Buna göre:
– Azınlıkların haklarının korunması
– Doğu’da bir Ermeni Devleti’nin kurulması
– Boğazların çevresine askerden arındırılmış bir bölgenin oluşturulması
– Kırklareli, Edirne, Babaeski’nin Yunan’a verilmesi
– İzmir Rumlarına uygun bir yönetimin kararlaştırılması
– İstanbul’un İtilaf devletlerince boşaltılması vs. şartlar vardır.
5 Nisan 1922:
Notalara cevap verilir. “Ateşkes anlaşmasını kabul ediyoruz, ama temel şart olarak, yabancı askerlerin Anadolu’dan 4 ay içinde ayrılmasını istiyoruz .”
15 Nisan 1922:
İtilaf Devletlerinden olumsuz yanıt gelir. M. Kemal karşı tarafın kabul etmeyeceği teklifte bulunarak masaya oturmayanın karşı taraf olduğunu gösterir.
Haziran’da Büyük Taarruza geçmek için komutanlarla görüşür. 1.Ordu komutanını değiştirir.
6 Ağustos 1922: Mustafa Kemal anlatıyor:
• “ Muhalifler, ordunun çürüdüğünden, kıpırdayacak halde olmadığından, böyle karanlık ve belirsizlik içinde beklemenin felaketle neticeleneceğinden ibaret propagandalarına hız vermişlerdi. Tüm bunlar düşmanlardan çok gizlemek istediğim harekat bakımından faydalı idi. “
20 Ağustos 1922:
Türk askerleri düşmana 400 metre yaklaşmış emir beklemektedirler.
• “ Genelkurmay Başkanı 13 Ağustos’ta cepheye gitmişti. Ankara’yı terk ettim. Hareketimi birkaç kişiden başka bütün Ankara’dan gizledim. Benim kaybolacağımı bilenler burada imişim gibi davranacaklardı. Hatta benim Çankaya’da çay ziyafeti verdiğimi de gazetelerde ilan edeceklerdi. Trenle hareket etmedim. Bir gece otomobil ile Tuz Gölü üzerinden Konya’ya gittim .“
• “ 20 Ağustos günü öğleden sonra Batı Cephesi Karargahı’nda yani Akşehir’de bulunuyordum. 26 Ağustos 1922 sabahı düşmana taarruz için Cephe Komutanı’na emir verdim.”
24 Ağustos 1922:
• Karargahlarımızı Akşehir’den taarruz cephesi gerisindeki Şuhut’a (Afyon) naklettirdim.
26 Ağustos 1922
• “ Sabah Kocatepe’de hazır bulunuyorduk sabah saat 05.30’da topçu ateşimizle taarruz başladı.”
Yunan ordusunun bu ateşten bunaldığı ve geri çekilmeye başladığı haberi gelir. Başkomutan M. Kemal “Büyük Taarruzu Kocatepe’den sevk ve idare eder.
• “ Tepe büyük kuvvetlerin saklanmalarına çok uygundu, düşman ordusunu göz altında tutmak için Allah’ın lütfu bir yerdi.”
Kocatepe 1900 metre yükseklikte ve bütün sahaya hakim idi. Mustafa kemal topçulara Yunanlıların 5 tümenine mümkün olduğunca yakından ateş edilmesi emrini verir. Düşmanın düzeni bozulur ve kaçmaya başlarlar. O günlerden bir Türkün anılarında “Düşman o kadar hızlı geri çekiliyordu ki peşlerinden koşmak savaşmaktan zordu. Biraz durup savaşsınlar da dinlenelim istiyorduk ” der.
26 Ağustos 1922:
“ Kocatepe düşmanın güney cephesine ve güney cephesindeki önemli noktalara o kadar yakındır ki mevzileri incelemek ve hareketleri yönlendirmek ve yönetmek için, hatta dürbün kullanımına bile gerek yoktur. “
Erkmen tepesi, Belentepe ve Tınaztepelerin önemini belirtir, Tınaztepe’ye özel bir önem verir.
• “ Tınaztepe bütün mevzilerin kilidi derecesinde önemli bir yerdi. Bundan dolayı, bütün topçularımız ve ağır topçularımız bu üç noktayı ateş altına alabilecek mevzilere konmuştu. ”
• “ Topçularımız, bu mevzilere gece geldiler, karanlık içinde mevzi aldılar ve güneş doğmadan önce bütün dünyanın gözleri açıldığı zaman, ateşe başladılar. Tam bir övgüyle ve saygıyla bunu söylemek isterim ki, topçularımızın o gün göstermiş olduğu yetenek ve bilgi, bütün dünya topçuları için örnek olacak yapıdaydı. Askeri hayatımda bu kadar mükemmel bir topçu ve bu kadar mükemmel yönetilmiş bir topçu ateşi çok az gördüm”. “ Topçularımız saat 4.30’da atışa başladılar; ve yarım saat sonra, bu saydığım noktalar üzerine şiddetle etki atışına başlamıştır. Bu mevziler, çok ve çok sağlamdı. “
Bir İngiliz subayının verdiği raporda, “Türkler, bu mevzileri 4, 5 ayda geçemezler ” denmişti. Türkler 3-4 ay değil, bir gün de değil, yalnız bir saatte düşman mevzilerini yerle bir ederler.
• “ Saat altıda Tınaztepe’ye yaklaşmış bulunan piyadelerimiz önlerindeki tel örgüleri kesmeye ve bir tarafa itmeye gerek görmeyerek; ayaklarını kaldırdılar ve tel örgüsünden bacaklarını aşırarak atladılar ve orada bulunan Yunan askerlerini süngüleriyle tamamen tepeledikten sonra Tınaztepe’yi işgal ettiler.” “Ve ben bu görüntüyü seyrederken, bir soruya bir cevap vermeyi hatırladım. “Bu tel örgüsünü nasıl geçebilirsiniz?” diyorlardı. Oradakilerine dedim ki: “İşte böyle ayaklarını kaldırır ve geçerler.”
Bu arada M.Kemal, Muş’ta beraber çarpıştığı sevdiği bir komutan olan Reşat Bey’i arar, sorar:
• “Niçin hedefinize ulaşamadınız?” dedim. Cevap olarak dedi ki, “Yarım saat sonra bu hedeflere ulaşacağız.” Halbuki, yazık ki, yarım saatte bu hedefler ele geçirilememişti. Tekrar sorduğum zaman telefonda Reşat Bey’in son bir ayrılış mektubunu okudular, orada diyordu ki: “Yarım saat içinde size o mevzileri almak için söz verdiğim halde, sözümü yapamamış olduğumdan dolayı yaşayamam”.
Albay Reşat intihar etmiştir. Sonraları ona alamadığı Çiğiltepe soyadı verilir.
• “Düşman bizim elimize geçen noktaları tekrar geri almak için karşı taarruza geçti. Tınaztepe’nin batısında elde edilmiş olan mevziler, hemen tamamen düşman tarafından geri alındı “
M. Kemal, Düşmanın her hareketini daha önceden tahmin ettiğini ve buna hazırlıklı olduklarını anlatır.
• “Düşmanın bu kadar çok önemli olan girişimini daha önceden düşünmüş olduğumuzdan, gereken her türlü önlemler de alınmıştı. Tınaztepe’de düşman tamamen hakim olduktan sonra orada bulunan kuvvetlerden bir alay -ki, ismini saygıyla ve övgüyle anmak istiyorum -57’nci alaydır- düşmana ateş kullanımına gerek görmeksizin süngüsünü taktı; düşman cephesine girdi. Bunun sonucu olarak gece, çok derin ve sağlam bulunan Tınaztepe, baştan sona kadar elimize geçti.”
Bu arada bazı cepheler düşmanın eline geçer, Türkler tekrar ele geçirirler, tekrar düşman alır, en sonunda süngüyle düşman geri püskürtülür.
• “Ve bu taarruz eden kuvvetlerimiz oradaki düşmana göre, dörtte bir oranında idi. Afyonkarahisar’ın doğusunda bulunan düşman fırkaları bile mevzilerini terk ederek, batıya ve kuzey batıya doğru çekilmeye mecbur olmuşlardı.”
27 Ağustos 1922
• “Öğleden sonra saat beşte Sekizinci Fırkamız muzaffer olarak Afyonkarahisar’ına girdi.”
• “ Yalnız düşman, Karahisar’da ve ondan sonra her yerde yaptığı gibi, hemen şehri ateşledi. Bölüklerimizin hızla yetişmesi sayesinde yangının yayılmasına meydan verilmedi ve yanan yerler de bastırıldı.”
Savaş planının ne kadar isabetli ve dikkatli yapıldığını şöyle anlatır:
• “ O gece düşündüklerimizi ertesi günü Hakkın yardımıyla ve tamamen düşündüğümüz gibi noktası noktasına uygulamak kolaylıkla oldu.”
• “ Bütün bu savaşlar olurken, atlılarımız tamamen düşman bölüklerinin gerilerinde olmak üzere, hareket ediyordu. Bazen piyade gibi, ateş savaşı yaptı ve fakat, sık sık kılıcını çekti ve dört nala düşman safları içerisine girdi.” “ Arkadaşlar! Atlılarımızın burada gösterdiği kahramanlık, düşüncenin üstündedir ve anlatılamaz.”
28 Ağustos 1922
• “ Bundan dolayı, artık yapılacak şey, düşmanın bütün kuvvetlerini İzmir’e çekilmekten, kuzeye ve herhangi bir yere gitmekten önlemek gerekti…”
29 Ağustos 1922:
1.Ordu, beş düşman fırkasıyla çatışır ve düşmanın Dumlupınar yolunu kapatır. 2. Ordu da savaşa girer.
30 Ağustos 1922:
• “ Artık düşmanın beş fırkası tamamen kuşatılmıştı. Ağustos’un 30’uncu günü bu kuşatma hareketini, savaşları yakından görmek ve yönetmek, uygun görüldü. Bunun üzerine Genelkurmay Başkanımız Paşa hazretleri bizzat, kuzeye, İkinci Ordu tarafına ve atlı kolordusu yanına gitti. Ben de aynı zamanda güneyde Birinci Ordu yanına gittim.”
• “ Bütün topçuların mümkün olduğu kadar yakından ve hatta, açık mevziden ateş etmelerini emrettim. Ve gerçekten öğleden sonra bu düşman şaşkınlık belirtileri gösteriyordu.”
• “ Piyadelerimiz ateşten vazgeçerek, süngülerini taktı ve bir an önce düşman mevzilerine girmek için saldırdılar.”
• “ Bu son durumdan iki buçuk saat sonra süngülerimiz düşman göğsüne girmiş ve mesele çözülmüş bulunuyordu. Aynı zamanda gece giriyordu ve sanki, gece karanlığı çok acı olan bu görüntüyü, dünyanın bakışlarından saklamak için acele ediyordu.”
• “ Gerçekten arkadaşlar, bu savaş cephesini ertesi günü gezdiğim zaman acı duymaktan kendimi alamadım. Bir asker için ve herhangi bir asker için, bu durum üzüntüyü gerektirir. Fakat Allah, bu işgalcilere bunu uygun görmüş olduğuna göre; burada bu duruma düşenler asker değildir. Bunlar herhalde caniler ve katillerdir.”
Düşman teslim olmaya başlar: M. Kemal General Trikopis’in bir teğmene nasıl teslim olduğunu anlatır.
• “ 31 Ağustos sabahı durum şöyle düşünüldü: Düşmanın burada beş meydan savaşı son bulmuştu. Gerçekten, 26 Ağustos sabahı başlayan ve beş gün, beş gece devam eden Afyonkarahisar ve Dumlupınar Meydan Savaşı son bulmuş ve düşmanın seçkin kuvvetleri yok edilmişti. “
• “ Arkadaşlar, özellikle askerlerimizin Yunan ordusunun kalp ve vicdanına verdiği dehşet çok önemlidir. O korku ve dehşet, buradaki yok edilmiş ve çökertilmiş olan bölüklerden başka bütün Yunan ordusuna yayılmış bulunuyordu. Yunan ordusunun vicdanında, fikrinde meydana gelen bu korku, bütün Yunana milletine geçmişti. O kadar ki, adalarda bulunan Yunanlılar, Türk ordusu geliyor diye kaçmaya girişiyordu. Arada deniz olduğunu unutuyorlardı ve kaçamadığından ve kaçamayacağını anladığından dolayı delirenler vardı. Bundan dolayı, bu meydan savaşı, gerçekten düşmanlarımız için çok yok edicidir ve korku vermiştir. Bu savaşın sonucu Yunanlıların ve Rumların kalbini sındırmıştır. Bundan dolayı, bu savaşa “Rum Sındığı Meydan Savaşı” demek çok uygun olur.
Ordumuz İzmir’ e girerken M. Kemal ve arkadaşları bunu belkahve’de izlerler.
• “ Sonunda, ordularımız 9 Eylül’de İzmir’e yaklaştı ve o gün öğleden önce saat 10’da atlı ve piyadelerimiz, aynı zamanda İzmir’e girdi. Biz bu görüntüyü İzmir’in doğusunda bir Belkahve vardır, oradan, İzmir Körfezi’nin yüzeyine yansıyan bir izdüşüm halinde seyrediyorduk. Ertesi gün doğrudan İzmir’in içine girdik ve hükümet konağına yerleştik.”
• “ İzmir’e girdikten birkaç saat sonra, yeni bir askeri hareketle karşı karşıya geldiğimizi anladık. Gerçekten, Menderes yakınındaki iki alay kadar düşman bölükleri toplanmış, İzmir’in sonundan habersiz olacaklar ki, güneyden İzmir’e geliyorlardı. İzmir’in çevre mahallelerine girdikten sonra bizim orada olduğumuzu haber aldı ve hemen kısa bir savaşın ardından bu iki alay olduğu gibi teslim olmayı seçti.”
• “ 16 Eylül’de bu yönde en son Yunan kaçakları, Yunan askerleri kendilerini ya denize, ya vapura veya sandala atarak memleketimizden çekilmiş oldular.”
• “ Bu düşman çekilirken, uğradığı her yeri yakmış, yıkmış ve zavallı, savunmasız halkı, kadın ve çocukları öldürmüş ve yakmıştır.”
• Tam bir saygıyla bildirmek zorundayım ki, her üç kişi de benimle tamamen aynı düşüncede idiler. Aynı kuvvet ve inançla bana katılan bu kişilerden birisi saygıdeğer Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa (Çakmak). Diğeri Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa (İnönü) ve üçüncüsü de Millî Savunma Bakanı Kazım Paşa’dır (Karabekir)
• “ Bu kaçaklar, asker değil, fakat, haydutlar, canilerdir. Her geçtikleri yerde savunmasız bir durumda bulunan kadınlarımızı, çocuklarımızı, ihtiyarlarımızı kesmişler ve yakmışlar, birçok şehirlerimizi ateşlere vermişler ve viraneliğe çevirmişlerdir. Bu, zulüm ve vahşetin etkisini bütün insanlık ve medeniyet dünyası umarım ki, hissedecektir.”
• “ En son sözüm budur. Yiğitlik meydanında ölenlerin analarına ve babalarına başsağlığı dilemeler değil, fakat tebriklerimizi ulaştıralım.”

9 EYLÜL 1922
Türkler İzmir’e Girer. 3.5 yıla yakın bir süredir işgal altında bulunan İzmir kurtarılır. M. Kemal ve kıtalar İzmir’e törenle girerler.
12 EYLÜL 1922
Yunan’a Atina’dan genel çekilme emri gelir. Geçtikleri yerleri yakıp yıkarak geri çekilirler.
13 Eylül 1922
Sakarya’nın doğusunda hiçbir Yunan birliği kalmaz. 15 Mayıs 1919’da Yunanlıların İzmir’i işgali ile başlayan 19 Eylül’de Türk ordusunun önünden kaçmaları ile biten zamandaki tüm çalışmalara, çabalara ve savaşlara “Kurtuluş Savaşı” denir. 22 gün ve gece süren 900 yıllık Türkiye tarihi en kanlı ve en inatçı direnişle anayurt savunulmuştur.
Bu Yunanlar için artık bir “Küçük Asya faciası”dır. Komutanları, politikacıları yargılarlar.
19 EYLÜL 1922’de TBMM Mustafa Kemal’e “ GAZİ “ unvanını verir: GAZİ MUSTAFA KEMAL

NAZIM HİKMET KUVAYİ MİLLİYE
Düşündü birdenbire kayalardaki adam
kaynakları ve yolları düşman elinde kalan bütün nehirleri
Dağlarda tek tek ateşler yanıyordu
Ve yıldızlar öyle ışıltılı, öyle ferahtılar ki
şayak kalpaklı adam
nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden
güzel, rahat günlere inanıyordu
ve gülen bıyıklarıyla duruyordu ki mavzerinin yanında
birdenbire beş adım sağında onu gördü.
Paşalar onun arkasındaydılar.
O, saati sordu. Paşalar: “Üç” dediler,
Sarışın bir kurda benziyordu.
Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı.
Yürüdü uçurumun başına kadar, eğildi, durdu.
Bıraksalar,
İnce, uzun bacakları üstünde yaylanarak
ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak
Kocatepe’den Afyon ovasına atlayacaktı.

NOTLAR:
• 30 Ağustos Birinci Dünya Savaşı’nın kesin bitişidir.
• 26 Ağustos 1071 Anadolu’ya giren Türkler, 26 Ağustos 1922 ise asla çıkmayacağını belgeler.
• Bu başarı genç komutanların başarısı olarak görülse de Birinci Dünya ve Balkan Savaşlarında tecrübe kazanmış er ve erbaşların da başarısıdır.
• Ağustos ayı Türklerin tarihinde zafer günleriyle doludur.
26 Ağustos 1071 Malazgirt Zaferi (Selçuklu Alpaslan ile Bizans İmp. Roman Diyojen)
11 Ağustos 1473 Otlukbeli Zaferi (Fatih ile ile Akkoyunlu Sultanı Uzun Hasan)
23 Ağustos 1514 Çaldıran (Yavuz S.Selim ile Safevi Sultanı Şah İsmail)
24 Ağustos 1516 Mercidabık (Yavuz S. Selim ile Memluk Sultanı Kansu Gayri)
29 Ağustos 1521 Belgrad’ın fethi (Kanuni ile Macar, Sırp, Bulgarlar)
29 Ağustos 1526 Mohaç (Kanuni ile Macar Kralı 2. Lahos ) Osmanlı’nın Avrupa’daki en
ileri noktaya gidişidir.
01 Ağustos 1571 Kıbrıs’ın fethi (2. Selim ile Venedikliler)
30 Ağustos 1922 Başkomutan Meydan Muharebesi