Başlıksız Muhalefet: Taklitle Değil, Gerçekle Yol Alınır
İnsanların siyasal davranışlarını ve bilinçlerini belirleyen şeyler, yalnızca içinde bulundukları nesnel ortam, ekonomik koşullar ve diğer maddi durumlarla sınırlı değildir. Bilinç, aynı zamanda yaşanılan tarihsel ve kültürel iklim tarafından da şekillenir. Diğer bir ifadeyle; bireylerin düşünce dünyasını belirleyen önemli etkenlerden biri de tarih boyunca oluşmuş olan kültürel (din, töre, ahlak, gelenekler, edebiyat vb.) birikimdir.
Bu gerçekliği göz önüne alarak, ülkemizde yoksulların neden din temelli bir parti olan AKP’yi desteklediklerini daha iyi anlayabiliriz. Ekonomik koşulların ağırlığıyla iktidara tepki gösteren emekliler, yoksullar ve emekçiler bile, sandık başına geldiklerinde, kendi ahlaki ve ideolojik değerleriyle uyumlu olan bir partiye oy verebilmektedir. Örneğin, yalnızca “liderinin alnı secdeye değiyor” ya da “ülkeyi böldürtmüyor” diye oy verenlerin varlığı bilinen bir gerçektir. Tüm ekonomik zorluklara rağmen, bu kesimlerin son anda bile tercihlerinde radikal bir değişikliğe gitmediklerini; yine sol sayılabilecek muhalefet partilerine değil, kendilerine daha yakın, çizgi farkı görece az olan diğer partilere yöneldiklerini görmekteyiz.
Türkiye’de İslamcı ya da faşist bir partiyle mücadelede, ideolojik ve kültürel boyut ihmal edildiğinde, siyasi başarıya ulaşmak oldukça zordur. Sadece “ekonomik kriz iktidarı değiştirir” düşüncesi, bizi yanlış bir sonuca götürür. Bizim gibi ülkelerde muhalefet, işin kolayına kaçarak, kendisine oy vermeyen kesimlere şirin görünmek adına, onlara benzediklerini anlatma çabasına girer. Oysa değişmeyen bir gerçek vardır: “Aslı varken kimse taklidine aynı parayı vermez.”
Yıllardır temelsiz ve safsatalarla dolu Osmanlı propagandası karşısında bu ülkede Cumhuriyet bile gerektiği gibi savunulamamıştır. Bunun en çarpıcı örneklerinden biri, “İnönü döneminde camilerin ahıra çevrildiği” gibi gerçeği çarpıtan propagandalardır. Bu gibi durumların temelinde ise, ülkedeki aydınların yıllarca devlet eliyle varlığını sürdürmesi ve bu nedenle tembelleşmesi yatmaktadır. Bu da Cumhuriyet’in sahipsiz kalmasına neden olmuştur.
Ülkemizde “aman din düşmanı sanılmayalım” endişesiyle, laiklik başta olmak üzere insanlığın tarihsel kazanımları büyük ölçüde sahipsiz bırakılmıştır. Bilimsel olarak, bir karşıtın değerlerini sahiplenerek onu zayıflatmak mümkündür. Ancak muhalefet, “din düşmanı sanılırız” korkusuyla ideolojik ve kültürel mücadeleyi sulandırıp erteledikçe, İslamcı siyaset mevzi kazanmış ve ülkenin toplumsal dokusunu ciddi biçimde değiştirmiştir.
Sonuç olarak, yönünü Batı’ya çevirmiş bir ülke olan Türkiye’de, tüm muhalefet partilerinin yapması gereken şey, “aynı sularda yeniden yıkanmak” yerine ya yeni bir yol bulmak ya da yeni bir yol açmaktır.
Gerisi, hikâye bile değildir.