UĞUR BÖCEKLİ AYAKKABILARIM-2
Bayram hazırlıklarına başlanmış bir hafta öncesinden heyecanı bizi almıştı. Koca koca kazanlarda sodalı sular kaynatılıyor, uzun saplı bakır tavalarla, kazandan alınan sular duvarlara çarpıtılarak kış boyunca is bağlayan ahşap duvarlar yıkanıyordu. Bir kısım sular, ahşap duvarlara sinen kirleri de beraberinde alarak aşağıya süzülürken belli bir bölümü de buharlaşarak ahşap kokusuyla birlikte etrafa yayılıyordu.
Evimizin en geniş bölümüydü mutfağımız. Bütün odaların kapısı, bu çok amaçlı kullandığımız bölüme açılırdı. Yakın akrabalar, eş dost burada ağırlanırdı. Uzun kış gecelerinde, yanan kuzinenin etrafında toplanan aile büyükleri konuklarımızla, kuzine ısındıkça, kendileri de ısınır, sohbetleri koyulaşırdı. Biz çocuklar da zevkle onları dinlerdik. Çok resmi saydığımız konuklarımızı da “hayat” şimdiki “salon” dediğimiz bölümde ağırlanırdı.Kuzinenin içinde, ekmeklerimiz pişer, kapaklı olan üst bölümünde de tencereler dolusu yemeklerimiz pişerdi. Haliyle ahşap duvarlar, koyu bir görüntüye bürünürlerdi.
Bayram demek temizlik demekti, kirli duvarlarla misafir ağırlamak olmazdı. Evde ne var ne yok, sıkı bir temizlikten geçmeliydi. Evin içi de etrafı da “Ben bayramı karşılamaya hazırım.” demeliydi.
Adettendi, bayramlarda aile gelir durumuna göre, çocuklara mutlaka yeni alınan kıyafetler giydirilir, yeni ayakkabılar alınır, bayram öyle karşılanırdı.
Kıyafetler, aile bütçesini fazla sarsmazdı. Çiçekli basma kumaşlar alınır, annelerimizin becerilerine göre zevklerini konuştururlardı. Ayakkabılara sıra gelince, aile bütçesini sarsabilirdi. Bu nedenle, aile bireylerinden hangisi aciliyyet kazanırsa ona öncelik tanınırdı.
Sanırım, bayrama daha bir haftamız vardı. Babam, sabah evden çıkarken hiçbir açıklama getirmeden, çıplak ayaklarımı kağıdın üzerine bastırarak ayak şeklimi çizmişti. Gün boyu bunu düşünerek geçirmiştim. “Herhalde, babam bana ayakkabı alacak.” Düşüncesi beni heyecanlandırıyor, ardından da “ya almazsa” diyerek hayallerime gem vuruyordum. Herhalde, babam bana gereksiz heyecan vermek istememişti. “Verilen sözler çok önemlidir, söz ağızdan çıktı mı mutlaka yapılmalı.” derdi.
Hava kararmaya yüz tutarken babam, koltuğunun altında mukavvadan ayakkabı kutusuyla görünmüştü. Her zamanki gibi, üç kez öksürmüş “Ben geliyorum haberiniz olsun.” sinyalini vermişti. Ayağa kalkmış, babamı karşılayarak heyecanla mukavva kutusunu almıştım
Hafif tebessüm ederek: “İçindeki ayakkabılar senin, bu bayram, ayakkabı alma sırası sendeydi,” dedi. Kalbim heyecandan yerinden çıkacakmış gibiydi, çabucak kutuyu açmak istedim.
Annem: “Elini, yüzünü, ayaklarını iyice yıka da kurulandıktan sonra, ayakkabıları öyle giyeceksin.” dedi. Çarçabuk banyoya koşmuş neredeyse, ışık hızıyla hazır hale gelmiştim. Kutunun kapağını açınca, hayallerimin, hatta hayal edemediklerimin ayakkabıları kutunun içindeydi. Kırmızı deri üzerinde, kırmızı benekli sarı uğur böcekleri. Ayak bileğimi kavrayacak kayışla, yandan tokaya kilitlenmiş.
Aceleyle, ayaklarıma giydim, aile meclisi, tepemde daire oluşturmuştu. Aile bireylerinden birine alınan yeni bir giysi, her bireyi mutluluğa boğardı. İki ablam, abim, sevinçlerini dile getiriyorlardı. Kardeşim de her şeyden bihaber, bahçede koşup duruyordu.
Annem: “Nasıl oldu, ayak parmakların ucuna değdi mi?”dedi.
Hemen ayak parmaklarımı büzer gibi geri çektim. “Hayır, değmiyor, çok iyi oldu.” dedim.
Babam ayrı, annem ayrı inceleme yaptılar: “Tam oldu.”dediler.
O gece, ayakkabı kutusuna sarılarak uyudum.
Ertesi sabah, kahvaltımızı yaptık; babam, işe giderken durakladı: “Dur bakalım, ayakkabıları bir daha giy de iyice, olup olmadığına karar verelim.”dedi.
Çaresiz, içeriden gece boyunca, koynumda yatırdığım ayakkabı kutusunu getirdim. Yeniden giydim. ”Ayaklarına tam oldu, bunları seneye de giyeceksin. Bir numara büyüğüne değiştireyim, mallar yeni gelmişti; her numarası dükkanda vardı.”dedi babam.
Boynum büküldü, oyuncakları elinden alınmış bir çocuk gibi kabullenmek zorunda kaldım.
O gün, akşam olmak bilemedi, ne oynadığım oyunlardan zevk alıyor ne de yediğim yiyeceklerin tadını alıyordum. Günün akşamında, hava yeniden kararmaya yüz tutarken babam göründü. Bir önceki akşamında yaptığım gibi, ayak temizliğimi yaparak ayakkabı kutusunu heyecanla açtım. Gördüğüm manzara karşısında, hayallerim yıkılmıştı. O da neydi? Kırmızı üzerinde, sarı uğur böceklerinin kırmızı benekleri, nereye gitmişlerdi? Ayakkabı kutusunda, kapkara bir çift ayakkabı duruyordu!..
“Bunlar da aynı kalitede deri ayakkabılar, aynılarından kalmamıştı; her numarası bitmişti.” dedi babam.
İçimdeki hüznümü gösteremeden başımı eğerek ayakkabıları giydim. Ayak parmaklarım ucuna değmemiş, hayli de boşluk kalmıştı. Öyle ya seneye de giyecektim. Belki de yağan yağmurlar, bacaklarımdan süzülerek içlerine dolacaktı. Bol gelen ayakkabılarım, yürüdükçe, topuklarımı kanatacaklardı. Bunların hiçbiri umurumda değildi. Sarı uğur böcekli, kırmızı ayakkabılarım, siyaha dönüşmüşler, sevinçlerimi de alıp gitmişlerdi.
Küçücük ilçemizde, topu topu iki tane ayakkabıcı dükkanı vardı. Her önlerinden geçişimde, cama başımı dayar uğur böcekli ayakkabılarımı arayıp dururdum.
Bayramınız mübarek olsun.
Bayramınız kutlu olsun.
Bayramınız hayırlı geçsin.
Sevgilerimle…
Melahat Erten Tekeşin.
Önemli not: “Sevgi Kokulu Hikayeler” kitabım 3. basıma geçmiş olduğundan sevincimi paylaşırken bir hikayesini de tekrar size sunmak istedim.