NASIL BİR ÖĞRETMEN?
MELAHAT ERTEN TEKEŞİN
Nasıl bir öğretmen hakkında yazmak istiyordum. Önüme bir video düştü, anlatılan olaylar, “başka söze gerek yok” dedirtecek kadar gün ışığı gibi ortaya koyuyordu.
Buyurun neler dinlemişim, aynen aktarıyorum.

Yazar Halit Ertuğrul Bey’i dinliyoruz:
“İlkokuldan sonra okuyamadım. Okutanım olmadı. Çok istiyorum ortaokula gitmeyi. Her gece rüyama okul giriyor, kitap giriyor, defter giriyor… Ama okuyamadım, çok zor durumdayız. Allah razı olsun, ortaokula başladım. Tam üç sene sonra. Geldim, eğildim sınıfı öptüm; ”Allah’ım ne olur bir daha bırakma!..” diye.
Bir de kantincimiz var, ben de kantinciye yardım ediyorum. Bir de ayakkabı boya sandığı var. Ayakkabı boya sandığını kullanarak ayakkabıları boyuyorum. Haliyle ayakkabı boyacılığı yaparsanız, tırnaklarınızın arasına boya girer, elinizin çatlaklarına boya girer, ne kadar yıkarsanız da çıkaramazsınız. Simsiyah bir eliniz olur. E, bizde garibanız, ayakkabı boyası çıkmıyor. Tırnakların içinden çıkmıyor, elden çıkmıyor.
İlk dersimize giren “Matematik Öğretmeni”
Hiç unutamıyorum!.. Adam öyle bir dalış daldı ki off!..
“Çıkarın bakalım mendilleri!..” Ben emsallerimden üç yaş daha büyüğüm, emsallerimden üç yıl geç olduğumdan dolayı, beni en arka sıraya oturttular. Öğretmen, temizlik muayenesine en arka sıradan başladı. Baktı, ellerimi görünce:
“Ulan geri zekalı!..” dedi. “Bu ne biçim el böyle!.. dedi.
Hiç unutamıyorum. Tuttu kulağımdan, beni sürüyerek sınıfın huzuruna getirdi. Elimi kaldırdı!..
“Bakar mısınız bu arkadaşınızın eline!..” Hiç hayatında, su değmiş mi?” dedi.
Beni bin kez öldürse bu kadar acı çekmezdim!..
Hani boyumu uzun görünce: “Kalk bakalım tahtaya!..” dedi. Tahtaya kaldırdı. ”Yap bakalım bu problemi!” dedi. Çok basit de bir problem, çok basit. Heyecanımdan sayıyı yazamadım.
“Otur, geri zekalı!..” dedi. “Ancak, boy büyütmüşsün sen!..” dedi. “Sen bu gidişle, evladım, adam madam olamazsın!” dedi. “Bak, koyunlar, çoban bekliyor. Git vaktinde iş bul!” dedi.
Allah şahit, böyle. Oturdum, ağlamaya başladım. Halbuki, şu efendimizin (a.s.m) şu evrensel mesajı vardı, biliyorsunuz.
“Kolaylaştırın!
Zorlaştırmayın!”
Sevdirin!
Nefret ettirmeyin!”
Bakınız, bir ders sonra Türkçe Öğretmeni geldi. “Evlatlarım, yavrularım, canlarım, ciğerlerim.” Öyle bir dalış yaptı ki sınıfa… Allah’ım bir anda böyle kendimizi, onun kucağında, sevecen bir evladı gibi gördük. “Çocuklar size bir önerim var.” dedi. “Akşam eve gidince, alın elinize kalemi, defteri, o gün yaşadığınız ibretlik olayları, yazın, kafanızdaki kötü düşüncenizi atarsınız.” dedi.
Bir hafta sonra aynı öğretmen geldi. “Çocuklar, size bir müjde vereceğim! Valilik, anı yarışması açtı. İçinizde, eğer ilginç anılarınız varsa yazın, bana verin de beni komisyon başkanı seçtiler, birinci gelene para ödülü verecekler.” dedi. Benim de pantolonum yamalı, ayakkabım yırtık. Çok istiyorum bir ayakkabım bir pantolonum olsun. Bayram da yaklaşıyor. Yazmıştım zaten, hazırdı, öğretmene verdim.
Öğretmen aldı, okumaya başladı. Baktım gözlerinden yaşlar akmaya başladı. “Aman evladım, sen bunları burada mı yaşadın?” dedi.
“Evet” dedim. Öğretmen sınıfa döndü:
“Biliyor musunuz, beni niye ağlattı bu yazı? Çünkü, edebiyatta bir kural vardır. “Göz yaşıyla yazılan yazılar, göz yaşıyla okunur.” Bu çocuk bu yazıyı, ağlaya ağlaya yazmış olmalı ki beni ağlattı okurken.” dedi.
Yazımı, yarışmaya göndermişler, muhtemelen düzeltmeler de yapmışlardır. Yarışmayı kazandım. Bana minnacık para verdiler. Efendim, soğukkuyu ayakkabıyı bilir misiniz? Lastik ayakkabıdır o, yazın yakar, kışın dondurur.
O para, bir ayakkabı etti. Allah’ım, aldım o parayı, rahmetli anneme koştum. Dünyalar benim oldu. Ama, pantolonum hala yok. Bir hafta sonra, o hocamız pantolon getirmiş. Dünyaları bana verdi. Ben, hocamı sevdiğimden dolayı, Edebiyatı sevdim. Ona aşık oldum, beni bir pantolona satın aldı.
Ne oldu, biliyor musunuz? Yıllar geçti aradan Kültür Bakanlığı, bizi yılın yazarı seçmişti. En fazla kitabı okunan yazar olmuştuk. Ankara’ya geldik ödül alacağız. Büyük bir salon, çok da kalabalık, Anons edildi, sahneye çıktım. Bir de baktım ki en ön sırada, bastonlu bir yaşlı oturuyor.
Ayağa kalktı:
“Bakan Bey!.. Bakan Bey!.. O benim öğrencim!..” diye havaya fırladı. Aman Allah’ım! Baktım ki benim Türkçe Öğretmenim! Atladım, gittim, eline kapandım, sarıldım, o sahneyi unutamam.
Bakan dedi ki:
“Şerefim üzerine yemin ediyorum. Şu hocanın yerinde olmak için neleri vermezdim!”

İşte kardeşim, iman ehli böyle bir şey. Tebliğ böyle bir şey. İmanları kurtarmak böyle bir şey.
“Gönüllere girmeden, kafalara giremezsiniz.” Meselesi böyle bir şey. Yani bir insan sizi sevmeden, önemsemeden, kıymet vermeden, anlattıklarına kıymet vermiyor. Dolayısıyla, tebliğ makamında olan insanların şahsi hayatı da o kadar kıymetli ki misal olmaları, örnek olmaları, güven telkin etmeleri… Bu adamda, yanlış olmaz, diyebilmeleri çok önemli.
Bu Zübeyir ağabeyinin bir sözüdür:
“Gönüllere girmeden, kafalara giremezsiniz.”
Teşekkürler Halit Ertuğrul Bey…
Tüylerim diken diken dinledim videonuzu. Bazen utanarak, elimi yüzüme kapayarak dinledim. Bazen de göğsüm kabararak…
Bence, her öğretmenin, her idarecinin, her insanın işe gitmeden önce, besmele çeker gibi bu videoyu izlemesi gerekir. İçinde, alınması gereken çok dersler var…
Saygılarımla…
Melahat Erten Tekeşin.