CHP, Erdoğan ve Yeni Anayasa Tartışmaları Hakkında
Türkiye’de siyaset yeniden bir “anayasa” tartışmasının içine sürüklenmiş durumda. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 20 yılı aşkın iktidarının ardından yaptığı “sivil anayasa” çağrısı, ilk bakışta reformcu ve demokratik bir adım gibi sunuluyor. Ancak bu çağrının geldiği yer, bu çağrıyı yapan kişi ve bu süreçte yaşananlar dikkate alındığında, ortada bir iyi niyet değil; toplumu daha da derin bir otoriterliğe mahkum etme riski vardır.
CHP ve diğer muhalefet partileri için bu çağrının taşıdığı anlamı doğru analiz etmek hayati önemdedir. Zira bu mesele yalnızca bir anayasa meselesi değil; Türkiye’nin geleceği, rejimin yönü ve halkın özgürlüğüyle doğrudan bağlantılıdır.
Geçmişin Aynasında Anayasa Çağrısı
Erdoğan iktidarı, son yirmi yılda defalarca anayasa değişikliği yaptı. Bu değişikliklerin hiçbiri halkın temel haklarını güçlendirmedi; tersine, her biri yürütmenin yetkilerini artırarak otoriterleşmenin önünü açtı. 2010 referandumu ile yargı siyasal iktidarın etkisine açıldı, 2017 referandumu ile ise Türkiye fiilen tek adam rejimine geçti.
Bugün Erdoğan’ın “sivil anayasa” talebini dile getirmesi, bu deneyimler ışığında değerlendirildiğinde samimi bir demokratikleşme arayışı değil, mevcut rejimi kalıcılaştırma çabası olarak değerlendirilmelidir.
Hukuksuzluk Düzeni: Gezi’den Demirtaş’a
Demokratik bir anayasa sadece metinle değil, onun hayata geçirilme biçimiyle anlamlıdır. Oysa Türkiye’de hukuk, artık bir denge değil bir silah olarak kullanılmaktadır. Erdoğan yargısı muhaliflerine düşman hukukudur.
Gezi Parkı protestoları sonrasında yaşanan hukuksuz yargılamalar, hiçbir somut delile dayanmadan yıllarca cezaevinde tutulan sivil toplum temsilcileri ve iş insanları, AİHM kararlarına rağmen hâlâ serbest bırakılmayan Selahattin Demirtaş ve Osman Kavala, hasta tutsakların cezaevinde ölüme terk edilmesi… Bu örnekler sadece bireysel değil, sistematik bir hukuk dışılığı ortaya koymaktadır.
Bu koşullarda anayasa tartışması yapmak, hukuku ve adaleti araçsallaştıran bir rejime meşruiyet sunmak olur. Zira mevcut anayasaya bile uymayan bir iktidarın “yeni anayasa” isteği, ancak daha fazla keyfiyetin zeminini hazırlayabilir.
Baskı Altında Bir Ülke: Ne Batısı Ne Doğusu Özgür
Türkiye’de ne ülkenin batısında ne doğusunda gerçek anlamda bir özgürlük ortamından söz edilebilir. Batıda basın, ifade, örgütlenme ve protesto hakları sürekli baskı altındadır. Doğuda ise halkın seçtiği belediye başkanları görevden alınmakta, kayyumlar atanmaktadır. Kürt yurttaşların siyasi temsili ve temel vatandaşlık hakları yok sayılmaktadır.
Bu koşullar altında ülkenin demokratik olması mümkün değildir. Ülkenin bir bölgesi susturulurken diğerinin özgür olduğu iddiası, demokrasi kavramının içini boşaltır. Demokrasi, ya bütün kurum ve kurallarıyla vardır ya da yoktur.
Ayıyla Dans Etmek: Tehlikenin Adı
Erdoğan ile anayasa yapmak, ünlü Rus atasözünün dediği gibi, “ayıyla dans etmeye” benzer: “Ayıyla dansa kalkanın ne zaman oturacağına ayı karar verir.” Bu süreç, bir uzlaşı değil; gücün daha da merkezileştirilmesi için hazırlanmış bir senaryo olabilir. Erdoğan geçmişte birçok kez “reform” ve “normalleşme” vaadiyle yola çıkıp, sonunda kendi iktidarını tahkim etmeyi başarmıştır.
Bu nedenle CHP ve diğer muhalefet partileri dikkatli olmalı, anayasa tartışmasının içine düşüncesizce sürüklenmemelidir. Reform ve değişim, ancak demokratik bir iklimde ve gerçek bir toplumsal uzlaşıyla mümkündür.
Muhalefetin Sorumluluğu: Evet Ama Nasıl ve Kime?
CHP’nin ve diğer muhalefet partilerinin temel görevi, anayasa fikrine karşı çıkmak değil, bu fikrin kimler tarafından, hangi niyetle ve nasıl bir süreçle yürütüleceğini sorgulamaktır. Özgürlükçü ve demokratik bir anayasa ancak;
Yargı bağımsız olduğunda,
Basın özgür bırakıldığında,
Düşünce ve ifade hakkı güvence altına alındığında,
AİHM ve Anayasa Mahkemesi kararlarına saygı duyulduğunda anlamlı olabilir.
Bu şartlar sağlanmadan Erdoğan liderliğindeki bir anayasa sürecine “evet” demek, muhalefetin tarihi bir hata yapması anlamına gelir.
Sonuç: Yeni Anayasa mı, Yeni Tuzak mı?
Erdoğan ve AKP’nin geçmişi dikkate alındığında, “sivil anayasa” çağrısı demokratikleşme değil, mevcut otoriter rejimin kalıcılaştırılması anlamına gelmektedir. Bu çağrıya muhalefetin vereceği yanıt, yalnızca anayasa meselesiyle sınırlı kalmayacak; Türkiye’nin geleceğini doğrudan belirleyecektir.
CHP ve diğer muhalefet partileri şunu çok net biçimde ifade etmelidir:
Evet, özgürlükçü ve demokratik bir anayasaya evet. Ama Erdoğan’ın yönettiği, niyetini geçmişte defalarca kanıtladığı bir anayasa sürecine hayır.
Aksi halde bu anayasa süreci bir reform değil, bir tuzağa dönüşür. Ve sonunda, sadece anayasa değil, tüm toplum “ayı”nın insafına kalabilir.
Bu nedenle, Erdoğan’ın “Yeni Türkiye” vizyonuna da, yeni anayasa talebine de hayır demek elzemdir.