Bu makaleyi dinlemek için tıklayınız.

 

Sayısını unuttum, kaç kez duyduğumu bu sesin yaşamım boyunca… Ama bu kez yüz yılın en hazin yankıları duyuldu yurdumun her köşesinde, hatta dünyanın her köşesinde!..
Saat sabahın 4.15’ini  gösteriyordu; TV karşısına geçtim, gördüğüm manzaralar karşısında, koltuğun üzerine oturdum desem yanlış olur, koltuğun üzerine bir külçe gibi çöktüm adeta.
Yüreğim ağzımda, gördüklerimi izlerken çaresizliğin derinliğini yaşadım, hepiniz gibi. Binaların kağıttan evler gibi yıkılışlarına inanamadım!.. İçinde yaşayanların sıkışıp kalmalarını, yaşadıkları korkularının derecesini nasıl kestirebilirdim ki…
Yardım çığlıkları geldi ardı sıra, yüreklerimizi dağlayan…
Çığlıklar, çığ gibi büyümüştü sanki, tüm dünya tek yürek olmuştu.  Yunanlı bir genç kırmızıya boyanmış bir tahtanın üzerine,” Hepimiz Türküz!” yazıyordu kap kara boyasıyla.
Yunanlı TV spikerleri, simsiyah giysiler içinde, arka mekanda yıkılan, yurdumun şehir manzaraları… Karadeniz türküsünü, Şevval Sam’ın sesinden, “Ben seni sevduğumi da dünyalara bildurdum.” melodileriyle açtılar haber bültenlerini.
Haber bülteni sonunda, Yunan Başbakanı Miçotakis’ten deprem açıklaması geldi: “Farklılıklarımızı bir kenara bırakma zamanı. Yunanistan ve Türkiye zor zamanlarda birbirlerine yardım etmesi gereken komşulardır.” diyordu.


Yunanlı gencin kırmızı tahtaya yazdığı gibi:” Hepimiz Türküz” ruhuyla, milliyetsizlik vardı her davranışlarında.” Hepimiz insanız ve aynı amaçla yola çıktık. “ davranışları sergileniyordu. Yunan Arama Kurtarma Ekibi, canlı olarak altı yaşındaki bir kız çocuğunu, uzun uğraşlar sonucunda, bir ‘can’ kurtarmanın sevinçlerini birbirlerine sarılarak gösterdiler.
Bu arada, haksızlık yapmak istemem. İngiltere, Rusya, İsrail, Fransa, Güney Kore, Pakistan, Hindistan, İsviçre, Lübnan… Sayamadığım daha birçok ülke…
Ne güzel demiş atalarımız: “Komşu, komşunun külüne muhtaçtır.” diye. “İnsan, insanın külüne muhtaçtır.” diye geçti gördüklerimden sonra içimden.
Enkazdan kurtuluş hikayeleri, fena halde etkiledi hepimizi: Bir baba, cansız bedeniyle yatan kızının elini tutmuş bırakamıyordu. “Kızımın adı Irmak,” diyordu; bakışlarını, sözcüklerimle ifade edemediğim duygularıyla.
Küçük bir kız kurtarılıyordu dördüncü gün: “Annem yanımdaydı, onu da kurtarın.” diyordu.

Malatya’da Mehmet Tekeş enkazın içinde, üç yaşındaki Miran adındaki oğlunu, tam 29 saat beton yığınları içinde, koynunda korudu Miran’ını. Oğlunun kurtuluşuna verdi tüm gücünü, ama kendi tutunamadı hayata. Dünyadan göçerken nasıl baba olunur, dersini verdi tüm insanlığa.
Türkiye’nin bütün kurtarma ekipleri varmıştı olay yerlerine.  Yirmi beş ülkeyi aşan ekipler de yerlerini almışlardı.
64 saat sonra, bir gencin yanına vardı kurtarma ekibi. “Umudunuzu kaybetmeyin!” yazmıştı beton duvarın soğuk yüzüne. Nasıl bir ders verdiğinin farkına varacak herkes gibi, kendine gelince.
Başka bir kızın ayakları göründü oyulan beton dehlizinden.
Sohbetlerini dinledik kurtarıcı amcası ile arasındaki:
“Siz nasıl girdiniz?”
“Biz pencereden girdik.”
“Senin adın nedir?
“Benim adım Zübeyde. Ama benim kardeşim Mevlut. O daha bebek, ölebilir. Onu da kurtarın.”
“Onu da kurtaracağız sen merak etme. Sen kaç yaşındasın?”
“Şimdi yaşımı unuttum.”
“Sen, ana sınıfına gidiyorsun ya altı yaşındasın.”
“Öğretmenim bir şeyler yaptıracak.”
İşte, burada koptum. Ebeveynler kadar yakın bilirler çocuklar öğretmenlerini. Orada bile öğretmenini hatırladı.
İnsan manzaraları ve alınacak dersler uzayıp gitti günler boyunca…
Öte yandan, tüm Türkiye, tek yürek olmuştu. Sanki biri ıslık çaldı ve “Haydi seferberlik başlasın! Eşyalar ve yiyecekler, tırlara yüklensin!” diye emir vermişti tüm ülkem insanına, tüm komşu ülkelerine.
Kimileri, yiyecek kolisini hazırlıyor, kimileri montları kolilere dolduruyor; battaniyeler, nevresimler; ilaç kolileri, serumlar, daha neler neler…
“Sesimi duyan var mı?” Bu sesi duymak istemiyorum artık.


Hammurabı Kanunları’nı bilen bilir. Milattan önce,1750 yıllarında inşaat yapan kişiler hakkında, öylesi yaptırımlar getirmiş ki benim burada yazmaya elim varmaz.
229. madde der ki: Bir inşaatçı herhangi bir kişi için bir bina inşa eder ve bu binayı uygun bir şekilde yapmazsa ve onun inşa ettiği bina, yıkılıp sahibini öldürürse inşaatı yapan kişi…
Madde 230: derki: Eğer bina ev sahibinin oğlunu öldürürse inşaatı yapanın oğlu…
Bunu ben söylemiyorum, Hammurabi, Babil Hanedanlığının altıncı kralı hazırladı bu maddeleri. Ve bu maddeler de Hammurabi Kanunları maddeleridir.
O günün koşullarında, insanların anladıkları dilden hazırlanmış kurallardı belki de.
Yine de Hammurabi Kanunları işlesin demiyorum da günümüzde. İnşaatı yapan kişilerin elini kolunu bağlayan şartnameler getirilsin. Sosyolojik, psikolojik, ego, hırs yönünden incelensin; en hassas terazilerle, her neyse bunlar…  İş işten geçmeden ivedilikle!..
Yine de yazılarıma, insani bir geçiş yaparak tüm gördüğüm manzaralar doğrultusunda; affınıza sığınarak: “İnsan, insanın külüne muhtaçmış!..” demek istiyorum.
Sevgilerimle…
Melahat Erten Tekeşin.